Güneydoğu’nun Kadim Şehirleri

1456
0

 Değişik şehirlerde farklı güzelliklerin izlerini sürerek geçirdiğimiz gezgin günlüğümüz de bu sefer yönümüzü Güneydoğu’nun Kadim şehirlerine çeviriyoruz.

Kadim, başlangıcı geçmişin derinliklerinde bulunan, pek çok eskiye uzanan, öncesiz demekmiş. Anadolu kadim şehirlerin yurdu… Medeniyetin hikayesinin yazıldığı bu topraklar, Fırat ve Dicle’nin arasına yayılmış şehirlerde başlamış. Bugün Mezopotamya diyerek gösterdiğimiz bu alan önümüzde uzayıp giden verimli topraklar. Anadolu  bolluk ve bereketle ödüllendirilirken bir tarafta Fırat, diğer tarafta Dicle tıpkı duygulu bir türkü gibi coşkun akarak cana can katıyor.

Yöreye geldiğimizde yerlisinden hep şu cümleleri duyuyoruz; ‘’İlk medeniyet, ilk üniversite, ilk tarım, ilk yerleşim bu topraklarda başladı.’’. Hepsinde hikaye aynı sadece şehirler farklı.  Biz bu verimli topraklara yayılan beş şehrin hikayesini okumaya geliyoruz. Birazını yaşayarak, birazını yerlisinden dinleyerek. Hepsini bir araya getirerek dilimizin döndüğünce okuyoruz. Listemize beş şehri yazıyoruz; Mardin, Şanlıurfa, Gaziantep, Adıyaman ve DiyarbakırBelki daha da uzayacak liste ama bizi en çok çeken şehirler bunlar oluyor. Buralarda  uzun uzun dolaşıyoruz. Bir değil birkaç kez uğruyoruz. Ara sıra özlediğimizde tekrar gitmeyi bile düşlüyoruz.   Çünkü hepsinin ayrı güzelliği ve çekiciliği var. Gezimize ilk taşların ve düşlerin şehri Mardin’le başlıyoruz. ‘Neden Mardin?’’ diyecek olursanız eğer, nedenini bizde bilmiyoruz.

Bir gerdanlığı andıracak şekilde bir dağın etrafına dantel gibi işlenmiş, nakışlı taş binaları dizilmiş.   Araya başka yapılar karışmış, keşke olmasalardı diye de hayıflanmış olsak da eskilerin  güzelliği çirkinliği silip süpürmüş.  İki ve veya üç katlı yapıların yönü  sonsuz bereketliliğini sunan Mezopotamya’ya doğru çevrili. Kimbilir, manzaraya karşı içilen  bir yudum kahvenin keyfine mi, yoksa seyrine  mi doyum olmuyor.

Medreseler, tarihi yapılar, sokaklarda etrafa yayılan kahve kokularıyla, girdiğiniz her dükkanda esnafın size uzattığı kahvenin kokusu mu bilinmez, kırk yıl dostça hatırlanacak şehirlerin ilk sırasına yerleştiriyoruz. Daha  nereye geldiğimizi anlayamadan ana caddede bir o yana bir bu yana salınıyoruz. Taşın yanında gümüş işçiliğiyle de kendinden söz ettiriyor. ‘’Telkari’’ deniyor bu sanata. Bu şehirde yaşayan şimdilerde sayıların oldukça azaldığı Süryanilerin bir kazanımı  el işçiliği. El emeği göz nuru babadan oğula geçen bu meslek de zamanla azalmış. Her ne kadar etrafta oldukça gümüşçü görseniz de el yapımı ustalığın azaldığı kulaktan kulağa fısıldanıyor.

Ya lezzetli yemekleri, pestilleri, şarapları ? Hepsini tek tek tatmaya kalktığımızda uzunca bir süre bu şehri yaşamak gerekiyor. Şehirde bizi etkileyen bir başka unsur ise farklı din ve kültürlerin bir arada saygı ve hoşgörü içerisinde yaşaması. Kapılar bitişik, gönülden dostlukların kurulduğu bu ilişkide kimse kimsenin inancına yaşamına karışmıyor, saygı duyuyor. Tabi tek merkezde dolaşmak yeterli olmuyor. Midyat’a uzanmalı, Beyazsu’da serinlemeli varsa vaktiniz bir Hasankeyf ‘de demelisiniz.

 

İkinci özel şehrimiz Peygamberler diyarı olarak da bilinen Şanlıurfa oluyor. Şehrin merkezinde kutsal sayılan balıkların yüzdüğü sular ve etrafında ibadethane, cami ve dergahlar yer alıyor. Balıklı Göl deniyor bu bölgeye. Kutsal bölge olarak biliniyor. Tepede iki mancınık rivayete göre İbrahim Peygamber’in ateşe atıldığı yer olarak geçiyor, tarihin sayfalarına. Göl ve kaleye karşı seyir teraslarında dinlenme molası verirken, ister yöreye has içecek mırra, isterseniz dibek, zengin kahve çay seçenekleriyle hem tarihe yolculuk yaparken hem de zamanın tadını çıkarıyorsunuz. Eski çarşısına doğru ilerlediğinizde birbirinden zengin baharatlar, kurutulmuş yiyecekler ve yemişlerin önünden geçip şehrin en meşhur ciğercisin de bir tadımlık yemek molası zamanı geliyor. Akşam birbirinden faklı türkülerle sıra gecelerini yaşayıp, bol isotlu çiğköftesini de yiyince ‘’Hoşbulduk Urfa’’ deyiveriyorsunuz.

Şehrin kalabalığından uzaklaşıp, Suriye sınırına doğru uzanınca ilk üniversitenin, ilk medeniyetin kurulduğu yere Harran’a doğru varıyorsunuz. Girişte yer alan, günümüze de birkaç tanesi ulaşabilmiş yapıların içini dolaşıp demli çayla zamana meydan okuyorsunuz. Tarihin yeniden yazılmasına sebep olacak yer Göbeklitepe’ye de şöyle bir uğrayalım. Bazen kazı çalışmalarından dolayı kapalı olsa da aklımız hep orada kalıyor. Gezme isteği içimizde yanıp tutuşuyor. Şehirden son kalan Kelaynaklar’ı ve yakınında yer alan Halfeti’yi de görmeden ayrılmıyoruz.

Gaziantep, birbirinden zengin tatların, kebapların şehri. Buraya sırf yemek içinde gelinebilir. Nefis tatların yanında zengin bir mozaik koleksiyonuna da sahip. Bölgede yer alan antik kent Zeugma’dan çıkarılan mozaikler güzel bir mimari yapısıyla Zeugma Mozaik Müzesi’nde sergileniyor. Tarihi evler, çarşısı, kalesi, nefis menengiç kahvesiyle hafızalarda hoş bir iz bırakacak şehirlerden.

Adıyaman, biraz daha uçta saklanmış bir şehir. Buraya gelince hemen yönümüzü Nemrut Dağı’na çeviriyoruz. Dağa çıkmak için Kahta’ya gelmek ve merkezden kalkan araçlara binmek gerekiyor.  Karadut Köyü, gideceğimiz yer. Burada konaklayıp, sabah gün aymadan gündoğumunu ya da gün biterken gün batımının seyrine doyum olmuyor. Yeni yeni koruma altına alınan tarihe önemli tanıklık eden bu eserlerin farklı gün ışığındaki yansımalarını seyrederken bir yandan da anı ölümsüzleştirmek ruhumuzda hoş bir iz bırakıyor.

Son şehir Diyarbakır. Geçmişi en eskiye dayanan şehirlerden. Tarihi yapıların yer aldığı bölge uzunluğu 5 kilometreyi bulan surlarla çevrili. Sırf surları görmeye gelmek bile değer. Surların içinde tarihin izlerini süreceğimiz birçok yapı yer alıyor. Yemeği, kültürüyle farklı izlerin sürüldüğü şehir de hoş bir iz bırakıyor.

Beş farklı şehir, birbiriyle yakın, benzer, birbirinden de bir o kadar farklı tarihin izlerini süreceğimiz kadim şehirler. Gezilecek görülecek yerler için şehirlerin üstünü tıklamanız yeterli. Mardin, Şanlıurfa, Gaziantep, Adıyaman, Diyarbakır görmeye, gezmeye doyamadığımız şehirler…

 

 

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz