Son günlerde gidilir mi, gidilmez mi tartışmasına düşmeden beş cesur kadının kararıyla yeni destinasyonumuz Mardin’i seçiyoruz. Doğru bir karar verdiğimizi, damağımızda ve derin hafıza depomuzda bıraktığı tatlı anların güzel tınılarının ardından, ayırdına varıyoruz.
Kadın kadına gezmek, keyifli ve bir o kadar da alış veriş dolu !… Bayan olur da, alışveriş olmaz mı?
Öncelikle şehri, daha uzun süre yaşamak ve zamanı ergonomik kullanabilmek için sabahın ilk uçuş saatini seçiyoruz. Daha gün ağarmadan yollarda olmak ve karanlık sayfalarına doğru uzun koca bir zamanı, yorulmadan kucaklamak farklı bir anlam katıyor. Mardin Havaalanı’ndan sonra yönümüz Eski Mardin. Yenisine hiç yüz vermeden, tarihini, doğasını, önünde sunulan uçsuz bucaksız manzarasını ve her şeyden önce sevecen esnafını ve halkını kucaklıyoruz.
Günün aydığı, bizim uykulu gözlerle önümüze serili uçsuz bucaksız Mezopotamya manzarasına karşılık yaptığımız yerel Mardin kahvaltısının ardından ayılıyor, şehrin işlek, mis gibi kahve kokusunun yayıldığı caddesinde dolaşıyoruz. Her adımda bir esnaftan yayılan mis gibi kahve kokusunu bir Portekiz’de, bir de Mardin sokaklarında hissedebilirsiniz. Ara sıra çıkan ve yeni yapılmış etrafa yayılan kahvenin kokusuna doğru hangi dükkana girerseniz girin, muhakkak ‘’kırk yılın hatırına’’ bir değil birkaç kahve çeşidinin tadına varmadan çıkamazsınız. Son dönemde sadece yerel halkın yalnızlığa doğru çırpınışı, bir anda turizmin çöküşü, esnafı yitik hale getirmiş. Ama güler yüzünü ve cömertliğini esirgemeden ikramını, hoş sohbetini, birbirinden lezzetli kahvelerini, çerezleri ile ağırlayarak uğurluyor.
Birkaç kez farklı mevsimlerde yolum kesişse de bu şehir beni hep büyülemiştir. Eğer bizim gibi kısa soluklu kaçış molaları verecekseniz öncelikle koskoca iki günü bu şehre ayırmanız gerekir. ‘’İki günde biter mi ? ‘’tabi ki bitmez ama açılış için iyi gelir. Sonrası zaten size bağlı, birle yetinmez ara sıra özler özler gelirsiniz…
Şehre gelince konaklanacak en güzel yerler cadde üzerindeki oteller olmalı, her yere yakın ve evindeki rahatlığı aratmamalı. Bunun için öncelikle evim gibi gördüğüm Erdoba Otellerini seçiyorum. Otel cadde üzerinde her yere yakın.
Gezimize bize en yakın Sabancı Müzesiyle başlıyoruz. Mardin’in mimarisi ve kültürüyle anlam kazandığı, ara sıra sanatsal ve tarihi dokunuşlarıyla renklendirdiği, yerlerden biri.. Müze iki kattan oluşuyor, gelince muhakkak gezmeden dönmeyin. Müzeden çıkınca biraz ileride Hatuniye Medresesi yer alıyor. Medrese, Artuklu Sultanı Necmeddin Alpi’nin hanımı Sitti Razviye tarafından inşa ettirilmiş. Yapılış tarihi kesin olarak bilinmese de 1177-1185 yılları arasında yapıldığı tahmin ediliyor. Medreseye zaman zaman yeni eklemeler yapıldığı için orijinalliğinden kısmen de olsa uzaklaşmış.
Yolumuzun üzerinde yer alan diğer bir yapı ise PTT binası. Eski bir tarihi yapıda yer alan postane, Artuklu Üniversitesi Sosyal Tesislerinin yanında hizmet veriyor.
Postanenin yanından yukarıya doğru kıvrılan yolda yükseliyoruz. Üstte heybetiyle kale, sağda Zinciriye Medresesi ve önümüzde süzülen Mezopotamya… Zinciriye Medresesinin üst duvarında geleneksel hale getirdiğimiz Mezopotamya’ya karşı kubbelerin ardında bol bol fotoğraflarımızı çekiyoruz. Zinciriye Medresesi’nin içerisi her zaman ki gibi kalabalık. Kısa soluklu dolaşımın ardından, geçen gelişimde keşfettiğim dinlenme yerimiz İzla Art Kafe’ye uğruyoruz. Gabi her zaman ki sevecen ve samimi yaklaşımıyla bizi karşılıyor. Saatlerimizi buraya hediye ediyoruz. Süryani şarabı, likörü, kahve ve çayların üzerine edilen uzun soluklu sohbetin ardından, ‘’telkari’’ nin ustası Gabi’nin babasının yanına uğruyoruz. Mardin denilince akla gelen ilk şey ‘’Telkari’’ tabi ki…Mardin baskılı ve el yapımı telkârileri sadece burada bulabilirsiniz. Birbirinden farklı takılarımızı alınca yemeğin doğru adresi Cerciş Han’a uğruyor, akşam için rezervasyon yaptırıyoruz.
Akşam Cerciş Han’da Mezopotamya’nın ışıltısında yemeğe başlıyoruz. Masamızda bakır tepside sunulan birbirinden lezzetli mezeler ve yöresel yemekler, yanında içilen Süryani şarabı, müessesenin ev sahipliği ve çıkışta hediye edilen Cerciş Şarapları geceye hoş bir tat bırakarak, günü tamamlıyor.
İkinci gün bizi yoğun bir program bekliyor. Kahvaltının ardından ilk durağımız Deyrul Zaferan Manastırı. Etrafını nar ağaçlarının süslediği manastırın girişinde soluklanma mola yerimizde buraya özel safran kokulu çayımızı içip, özel hurmalı kurabiyeden yedikten sonra heybetiyle yükselen yapıyı rehber eşliğinde geziyoruz. Çıkınca Dara Harabelerine doğru yol alıyoruz. Her seferinde farklı yerel rehberle karşılaşıyorum. Çevrede yaşayanlar, tarihe, harabelere sahip çıkıyor ve her gelen misafiri memnuniyetle ağırlıyorlar. Çevrede kazılar devam ediyor; zaman geçtikçe, yerin altına gizlenmiş tarihten hangi sayfalar aydınlanır, bilinmez? Uzun, ıssız, dolambaçlı yollardan sonra günü bitirmeden soluğu Midyat’ta alıyoruz. İlk görülecek yer, dar sokakların arasına saklanmış, Midyat Konukevi, ardından ara sokaklarının keşfi ve soluklanma molası Shmayaa Hotel’in terası. Otelin içi zevkli, yöresel değerlere uygun döşenmiş. Terastaki manzara da bir başka güzel. Midyat’ı birbirinden güzel farklı açılardan seyredip, makinelerimize kaydediyoruz. Sonra yola devam diyerek, ünlü Mor Gabriel Manastırına geliyoruz. Her gelişimde yoğun ziyaretçi trafiğiyle karşılaşmama rağmen bu sefer yalnızlığa itilmiş. Şehir, sokaklar, sessizliğini yaşıyor. Keyifli bir günü tamamlayıp, güneşi de batırınca kendimizi Mardin’de Antik Sur Restaurant’a buluyoruz. Zengin yemekler, yöresel müziğin eşliğinde çekilen halaylarla bir Mardin gezimizin son gecesini dolu dolu yaşıyoruz.
Ertesi gün yolculuk var! Ancak her anı değerlendirme adına sabahın köründe daha horozlar ötmeden , sessiz ve ıssız ara sokakları keşfe çıkıyoruz. Aralara gizlenmiş binalar, değişik kapılar ve büyüsüyle çeken sanat sokağında geçirilen birkaç saatin ardından kahvaltı için otelimize dönüyoruz.
Tekrar tekrar içimize çektiğimiz kahve kokuları, mis gibi sabunlar, hepsini takma isteğiyle tutuştuğumuz takılar, çerezler, renkli bademler, bakır cezveler, cevizli sucuk, dolu dolu yaşanan anlar, lezzetli yemekler ve her an tekrar tekrar gelme isteğiyle yanıp tutuşan benliklerle evimize dönüyoruz.