Kadıköy, Moda, Yeldeğirmeni’nde Dolaştık

1477
0

Bugün güzel bir rotada dolaştık. Hepimizin bildiği, milyon kere gelip geçtiği yollarda yürüdük. Evet, sadece yürüdük…

Kadıköy iskelesinde başlayan turumuz, Yeldeğirmeni’nin keşfedilmeyi bekleyen sokaklarında, tarihi geçmişi, geriye kalan mimari güzelliği, bir de üstüne yeni fırından çıkmış simit de eklenince tadına doyum olmuyor.

Romanlarını okumaktan büyük keyif aldığım yazar Mario Levi ile bir türlü karşılaşamazsak da uzun süre yaşadığı evi, sokağı, mahalleyi doyasıya dolaşıyoruz.

Güzel başlayan güne yağmurda eklenince Moda’nın sokaklarında turu tamamlıyoruz.

Güne Kadıköy İskelesinden başlıyoruz. Semtin tarihi bakır çağına kadar uzanıyor. Semti, Megaralı göçmenler Khalkedon adıyla  (MÖ. 8yy)  kurmuşlar. Orhan Gazi, Khalkedon’un bir kısmını Osmanlı topraklarına kattıktan sonra Fatih Sultan Mehmet’in kenti fethiyle bakımsız bir köy görünümündeki semti  düzeltmesi için İstanbul Kadısı Hızır Bey’in buraya yerleşmesini istemiş. Bundan sonra semt Kadıköy olarak anılmaya başlamış.

Karşımıza Kadıköy Şehremabeti (dairesi) yani Eski Başkanlık Binasını alıyoruz. Eski Başkanlık Binası tüm zarafetiyle bizi çağırıyor. Kadıköy Belediyesi’nin kuruluşu 1869 yılına kadar uzanıyor. Kemerli pervazlarıyla dikkat çeken yapı Türkiye tarihinde modern tıbbın kurucusu Cemil Topuzlu’nun belediye başkanlığı döneminde yaptırılmış. Selçuklu ve Osmanlı mimarisiyle bezenmiş Neo klasik tarzdaki bina,  mimarlığını Yervant Terziyan yapmış. Yapıldığı dönemde kumluk denilen alanda denizin doldurulması sayesinde dikilmiş. Eskiden denizin hemen kıyısında yer alırken şimdi dolgularla biraz uzaklaşmış. Bizde tam bir zamanlar denizden koparılan yerde, dolguların üzerindeyiz. En önemli olaylar, buluşmalar burada yaşanırmış. Sivri kemerleri,  cephede yer alan çini kaplamaları, ağırlık kulesi şeklindeki sütunları ve saçaklarıyla dikkat çeken yapı 1995 yılında Kadıköy Belediyesi’nin Söğütlüçeşme’ye taşınmasıyla ‘’Kadıköy Tarih, Edebiyat ve Sanat Kütüphanesi” adıyla yeniden hayat bulmuş.  Günümüzde kütüphane olarak da kullanılıyor.  Hemen karşısında Haldun Taner Sahnesi yükseliyor.  1927 yılında İtalyan mimar Ferari tarafından yapılan bina farklı amaçlar için kullanılmış. 1940-1960 ‘lı yıllarda hal binası olarak kullanılırken daha sonra yıkılması gündeme gelmiş. Başarılı bir restorasyonla yeniden hayat bularak konservatuar olarak da kullanılmaya başlanmış.

Yol üzerindeki son yapı olan Haydarpaşa Garı, şimdi hummalı şekilde devam eden restorasyon çalışmalarından dolayı kapalı. Hatta Haydarpaşa Garı’nın altında arkeolojik kalıntılar bulunduğu söyleniyor. Bunların dışında Kadıköy’de fazla görülecek eser yok. Aslında Kadıköy, Osmanlı eserleri bakımından fakir bir bölgeymiş. Bu nedenle hala eski dokusunu koruyan Yeldeğirmeni’ne doğru ilerliyoruz.

Yeldeğirmeni’ne gelince İzzettin Sokaktan içeriye giriyoruz. Hemdat İsrael Sinagogu yolunda duruyoruz. Sinagog, 1890 yılında bağdadi denilen doğu üslubu tarzında inşa edilmiş. Uzun süre Yeldeğirmeni’nde cami yokmuş,  1940’lara kadar cuma namazı sinagogun bahçesinde kılınırmış. Sinagogun kapısının yanında sonradan örülen duvarın arka tarafında eskiden bir  eczane varmış. Şimdi sadece duvarını görebildiğimiz eczane zamanında bölgenin tek eski eczanesiymiş. Varlık vergisinden dolayı zamana direnemeyerek yok olup gitmiş. Artık Semtte yaşayan Yahudi toplumu olmadığı için sinagog ibadetten çok kültürel etkinlerde kullanılıyor.

Sinagogun ara yolundan Uzun Hafız Sokağına geçiyoruz. Burada çok özel bir bina, 1909 yılında yapılan Kehribar Apartmanı yer alıyor. Kehribar Apartmanı, ünlü Yazar Mario Levi’nin uzunca bir süre oturduğu ve o güzel romanlarını başta ‘’ İstanbul Bir Masalmış’’ı yazdığı yer. Şimdi aynı mahallede farklı bir apartmanda otursa da Yeldeğirmeni Mario Levi ile anılırken, yazarlar kafilesine Azra Kohen’de eklenir. ‘’Gör Beni’’ buradan beslenerek yazılmış bir romandır. Sokaklarda dolaşırken belki Mario Levi’yle rastlaşırız hevesiyle dolaşmaya devam ederken hemen yakındaki Osmangazi İlkokulu’nun önüne geliyoruz.

Osmangazi İlkokulu olarak bilinin yerde azınlıkların açtığı ilk özel okul olduğunu buraya gelince öğreniyoruz. Hemen biraz ilerisinde de eski azınlıkların okulundan dönüşen Yeldeğirmeni Sanat Merkezi ve Kemal Atatürk Anadolu Lisesi yer alıyor. Bundan sonrası sadece sokaklarında dolaşıp, yeni fırından çıkmış meşhur Yeldeğirmeni simidini tatmak.

Bir zamanların meşhur Ayrılıkçeşme Sokağı’na yürüyoruz. Ayrılıkçeşmesi, o dönemde genelev sokağı olarak biliniyormuş. 1950’lerde dönemin başbakanı Menderes’in kararıyla genelevler kapatılıp, günümüzde ailelerin oturduğu mahalleye dönüşmüş.

Yeldeğirmeni ismine gelince, semt ismini tahıl üretiminden dolayı etraftaki değirmenlerden aldığı söyleniyor.

Sokak aralarında yüksek binaların duvarlarında yağlıboya resimlere de oldukça fazla rastlıyoruz. Bu sanata Mural sanatı deniliyor. Bu sanatın en fazla icra edildiği yerde Kadıköy bölgesi.

Karnımız acıkınca öğle yemeğini meşhur bir yerde Yanyalı Köfte’de yiyoruz. Köftecinin ortaklarından Yanyalı, bir göçmenmiş.  Yanya’dan göçüp İstanbul’a gelince saray mutfağından ayrılan Fehmi Bey’le yolları kesişir. Birlikte bugün keyifle oturup birbirinden lezzetli köfteleri, yemekleri yediğimiz Yanyalı Köfteyi açarlar.

Karnımız doyunca bu sefer Moda’ya doğru ilerliyoruz. Bahariye’nin meşhur boğa heykelinin önünde durup coşkun kalabalığı seyrettikten sonra Ali Suavi Sokağa sapıp Nazım Hikmet Kültür Merkezi’ne kadar geliyoruz. Eski bir Ermeni Mektebi’nden dönüşen kültür merkezi günümüzde her zaman dolup taşan bir mekana dönüşmüş. Ali Suavi Sokaktan çıkınca hemen solda Süreyya Operasını görüyoruz.

Özel izinle günümüzde hala aktif olarak ibadet edilen iki kiliseyi rehberli dolaşıyoruz. Bunlardan birisi Notre- Dame De L’Assomption Fransız Katolik Kilisesi, diğeri de hemen yakınında yer alan Aya Triada Rum Ortodoks Kilisesi. Sonra sokak aralarında dolaşıp, gece ve gündüz hareketli olan barlar sokağını geçip Moda sahile doğru ilerliyoruz.

Moda her ne kadar küçük bir sayfiye semti olsa da, tarihi oldukça ilginç. Günümüzde çok azı ayakta kalmış olmasına rağmen Moda bir zamanlar köşklerle doluymuş. Osmanlı döneminde, 19. yüzyılın sonlarında, İngiliz aileler, dönemin önemli bürokratları, sanatçılar ve bilim insanları yaşamak için bu minik sahil semtini tercih etmeye başlamışlar. Hatta rivayete göre, bu ani ilgi ve akımdan dolayı burada yaşamak neredeyse yeni bir moda başlattığından semte “Moda” ismi verilmiş.

Semtte, 60’lı yıllara kadar köşkler, konaklar, kiliseler ve en fazla 2-3 katlı bahçeli evler varmış. Günümüzde ise maalesef bu mimari yapıların çoğu korunamadığından yitirilmiş ve Moda’nın şimdiki görünümünü oluşturan bitişik nizam apartmanlar yapılmaya başlanmış.

Moda’nın ve birçoğumuzun çocukluk simgesi olan Barış Manço’nun, Yusuf Kamil Paşa Sokak’ta yer alan müzeye dönüştürülen evini her ne kadar pandemiden dolayı kapalı olsa da görmeden geçmiyoruz.

Manço’nun evinin karşısında yer alan All Saints Moda Kilisesi’ne uzaktan bakmakla yetiniyoruz. Kilise,  ara sıra birçok güzel konsere de ev sahipliği yaptığını öğreniyoruz. Gezi süresinde bize eşlik eden güzel hava bir anda bozuyor ve yerini hafif yağmura bırakıyor. Isınmak ve yağmurdan korunmak için bölgede yer alan mekanlardan birinde kahve keyfiyle gezimizi sonlandırıyoruz.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz