İstanbul’un Karadeniz’e Açılan Penceresi – Sarıyer ve Köyleri

1988
0

Evden çıktığımız andan itibaren yiyeceğimiz böreğin hayaliyle uzunca bir süre yol gittik. Evimizle Sarıyer arası yaklaşık iki saatlik yolculuk demekti. Geldiğimizde esnaf çoktan kepenkleri açmış, çalışmaya başlamıştı bile.

Sarıyer’de bilinen iki börekçi var. Birisi hemen ana caddenin kıyısında Hünkar Börekçisi, diğeri ise Tarihi Sarıyer Börekçisi olarak biliniyor. Her ikisinde daha önce böreğin tadına baksam da bu sefer Tarihi Sarıyer Börekçisi’ni seçiyorum çünkü orada meşhur tatlısı sulu muhallebi de var.

Gelir gelmez börek, sulu muhallebi çay üçlüsünü buluşturuyoruz. Böreklerden favorim kıymalı olanı, bildiğimiz böreklerden çok farklı. Bugüne kadar Sarıyer’in dışında yediklerimiz börek değilmiş, söylemeden geçmeyeyim. Muhallebinin de sulusunu isteyin yoksa bu güzel tadı bulamazsınız.

Börek, çay, muhallebi derken Sarıyer merkezle olan ilgimizi bitiriyoruz. Hemen Büyükdere Mahallesi’nde yer alan iki müzeye yöneliyoruz. Türkiye’nin ilk özel müzesi olan Sadberk Hanım Müzesi ve Vehbi Koç Evi.

Sadberk Hanım Müzesi ve Vehbi Koç Evi

14 Ekim 1980 tarihinde Azanyan Yalısı adıyla bilinen konakta Türkiye’nin ilk özel müzesi olarak açılıyor. Vehbi Koç’un sevgili eşi Sadberk Hanım’ın isteği üzerine ölümünün ardından kolları sıvayan çocuklarının girişimiyle bugünkü halini alıyor. Müzeye dair ayrıntılı bilgiye Sadberk Hanım Müzesi yazımızdan ulaşabilirsiniz.

Zengin koleksiyona sahip müzeyi gezdikten sonra hemen 50 metre ötede yer alan Vehbi Koç Evi’ne de uğramadan geçmiyoruz. Zengin Anadolu kilim koleksiyonun sergilendiği müze aynı zamanda bir dönem bizleri ekrana kilitleyen Halit Ziya Uşaklıgil’in ünlü romanından derlenen Aşk-ı Memnu dizisinin çekildiği köşk olarak da biliniyor.

Kilyos (Kumköy )

Eskiden Kumköy olarak bilinen Kilyos, İstanbul’un Karadeniz’e açılan penceresi ve aynı zamanda en güzel plajına sahip sayfiye köyü. Eskiden buraya Kumköy deniliyormuş. Bu güzel kumundan ismini aldığı söyleniyor. Yaz ve kış oldukça ilgi gören köye ilginin yoğunluğu plajına sonra da balık lokantalarına göre dağılıyor. Balıkçılarda zaman geçirenler, plajda keyif yapanlar, piknikçiler, kampçılar, günübirlikçiler, yazlıkçılar ve yerleşik herkesin gözdesi Kilyos’a ilgi oldukça fazla olunca çevreye duyarlıkta bir o kadar azalıyor. Ah, bir de çöplerimizi bırakmasak, çevreyi, doğayı korusak !

Plajın güzelliği yanında bir de kalesi gezilmeye değer. Tarihi 4. ve 5. yüzyıllara kadar uzanan Kilyos Kalesi, Doğu Roma İmparatorluğu zamanında Bizanslılar tarafından savunma maksatlı olarak yaptırılmış. Bizanslıların etkisi azaldığı dönemde,  Cenevizliler kaleyi ele geçirerek uzun süre burada yaşamışlar. Şimdilik ayakta ama zamana ne kadar direnir bilinmez.

Demirciköy’ü ve Plajı

Kilyos’a 2 dakika, Sarıyer’e ise 11 km uzaklıkta Demirciköy’ü, 3. Köprünün yapımıyla yeni yapılaşmalarla köy havasından çıkıp, villaların kuşattığı bir alan görünümüne bürünmeye başlamış. Köyde gezilecek bir yer olmasa da köye yakın şahane bir plaja sahip. Plajı var, diyoruz ama öyle elini kolunu sallayıp, hadi denize gireyim diyemiyorsun. Bu şahane koyu çoktan özel işletmeler ele geçirmiş bile. Aracımız yanaştığı an yüklü park ücretiyle karşı karşıya kalıyoruz. Neyse kısa süreli kalacağımızdan bu istekten vazgeçiliyor. Mekan çok güzel, keza plaj da öyle. Denizi de şahane! Sakin, sessiz, güzel bir ortam tabi parası olana! Gündüz aylaklık yapıp, dinlemeyle geçen zamana gece biraz hareketlilik katılıyor. Hatta kumsalda düğün hayali kuranların, evlilik teklifine alternatif yerler arayanların yeri burası olsa gerek. Güzel bir ortam beğendik…

Rumeli Feneri Köyü

Rumeli Feneri, İstanbul Boğazı’nın Karadeniz’le buluştuğu yerde yükseliyor. Fener resmi kaynaklarda Türkeli Feneri olarak geçiyor. 1856 yılı Kırım Savaşı’nda İngiliz ve Fransız gemilerinin boğazın girişini görebilmeleri için Fransızlar tarafından yaptırılmış. 1933 yılında işletmesi bize geçen fenerin boyu 30 metre.

Fenerin etrafına kurulu Rumeli Feneri Köyü, 3. Köprü manzaralı küçük bir balıkçı köyü tadında. Özellikle hafta sonu İstanbulluların kahvaltı için tercih ettiği yerlerden birisi haline dönüşse de limanda sıra sıra dizili balıkçı tekneleriyle öncelik balıkçılığın olduğu gayet net anlaşılıyor.

Köyün girişinden fenere doğru yürürken, değişik bir ağaçla karşılaşıyoruz. Bize ilginç gelen ağaçtaki meyve hünnapmış. Karşı evin camından bir teyze bize sesleniyor. Güler yüzlü teyzenin gönlünü kırmayarak bahçesine giriyoruz. Hünnapları ikram ediyor. Sıcakkanlı Anadolu insanımız hala özünü korumuş, sıcak ve samimi…

Köyün meydanına doğru ilerlediğimizde yüz yıllık yaşlı çınarın etrafına atılan masa ve sandalyelerde köyün yaşlı delikanlıları çayla koyu sohbetin içinde günü tamamlarken, bizden de meraklı bakışlarını esirgemiyorlar. Etraf kahvehane ile çevrili…

Limanın ucunda öyle bir yer keşfediyoruz ki, keyfimize diyecek yok. Köprü manzarasına karşı bir çayda biz içiyoruz, keyifle… Köyün biraz ilerisinde yapımı çok eskilere dayanan kaleyi şimdilik uzaktan seyrediyoruz.

Garipçe

Sabah yediğimiz böreklerin etkisi hafif hafif üzerimizden kalkarken, açlık çanları çalmaya başlıyor. Köyün girişinde etrafa yayılan mısır ekmeğinin kokusuna doğru sürükleniyoruz. Yeni fırından çıkmış sıcacık. Sıcak bir tebessümle her birimize uzatılıyor, bir tadımlık dilim. Açlığın mı, etkisi bilmiyorum ama tek kelimeyle nefis! Birkaç dilim daha yiyoruz. Teyze de tek ekmek yok tabi; keçi peynirin tadına doyamasam da başka peynir çeşitleri, reçeller, bal, turşu vb. ne ararsan var. Köyün geneli Trabzon Sürmene’den göçmüş. Teyze de oralı olunca mısır ekmeği de satışa hemen hazır.

Sahile doğru yürüdüğümüzde ufacık kıyıyı balıkçı lokantaları sarmış bile. Hemen yanında kale yükseliyor. Önümüzde yükselen merdivenlerden tırmanıyoruz. Kaleye çıktığımızda buradaki köprü manzarası daha mı güzel!

Garipçe’de köprünün ayağında küçük bir köy. Tarihi Cenevizlilere kadar uzanan bu balıkçı köyünde yaklaşık 110 hane yaşıyor. Bu bölgede özünü koruyan köyün havasına, manzarasına bitiyoruz. Özellikle kaleden manzara şahane!..

Rumeli Kavağı

Ünlülerin uğrak yeri burasıymış. Garipçe, köprünün solundaysa Rumeli Kavağı sağında yer alıyor.  Köprü, iki birbirinden ayırmış. Garipçe’den farkı burada balıkçı lokantaları oldukça fazla ve her keseye göre değişiyor.

Önce Karadeniz’den göçle başlayan hareket 1941’de balıkçı lokantalarının kurulmasına sebep olmuş. Köyün en önemli gelir kaynağı da zaten balıkçılık. Burası ayrıca midyeciliğin anavatanı olarak da biliniyor. Buraya ulaşımda oldukça kolay. Günün her saati otobüsler vızır vızır çalışırken, Sarıyer, Rumeli Kavağı, Anadolu Kavağı arasında çalışan motorlarda belli aralıklarla uğruyor. Kısaca buradan karşıya geçişte oldukça kolay.

Anadolu Kavağı

Rumeli Kavağı’ndan sonra günün finalini burada yapıyoruz. Burayı her ne kadar sonraki gezimize saklasak da dayanamayıp motora atlayarak karşıya geçiyoruz. Boğazın en güzel yerine geldiğimizi motor kıyıya yanaşınca anlıyoruz.

Köy her zamanki gibi oldukça kalabalık. Hafta sonu olunca sayı iki üç kat daha artıyor. Bununla beraber trafikte oldukça fazla. Köyün içinde birden fazla park yeriyle sorunu çözmeye çalışsalar da işleri zor. Her yarım saatte bir uğrayan otobüste gelenlerin işini oldukça kolaylaştırıyor.

Gelelim köye, özellikle turistik eşya dükkanları ve balıkçı lokantalarıyla oldukça popüler hale gelmiş. Balıkçı lokantalarının bitiminde kıyıda dizili yapılar, yağlı boya tablo tadında. Hele motor kıyıya yanaşırken bakmaya doyamıyorum.

İskeleye ayak bastığın anda lokantalar başlıyor. Kıyı boyunca yürüdüğünde müşteri avına çıkmış birçok işletme çalışanı kendi lokantasına çekebilmek için türlü türlü vaatte bulunuyor. Çayından, helvana, kahvene hatta falına kadar türlü türlü vaatler sıralanıyor. Bizi küçük bir mekan çekiyor.

İçerideki mekanların birinde, ikinci katında denize karşı keyifli balığımızı yiyoruz. Son zamanda yediğim en güzel balık, tam da palamut zamanı gezimizde güzel bir tat bırakıyor, günü burada  bitiriyoruz…

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz