Yol uzun…
Bu seferki ne bir şehir, ne de kültürel bir etkinlik.
Zirveye doğru uzanacağız.
Sabah büyük bir telaşla yolculuğa başlıyoruz. Kimisiyle ilk defa kimisiyle bir çok kez aynı yolda adımladık.
Bu sefer bulunduğumuz yerden bambaşka bir yöne doğru yol alıyoruz. Sabah başlayan yolculuğumuz ancak akşam altıda bitiyor.
Gün bitmek üzere daha kamp alanını seçemiyoruz. Hava biraz rüzgarlı, korunaklı bir yer arıyoruz. Çokta uzaklaşmadan aradığımız yeri hemen buluyoruz. Kalabalığız. İş bölüşümüyle hemen kampımızı kuruyoruz. Bir ‘’oh’’ dedirtircesine yeni demlenmiş çayın keyfiyle önümüze serili muhteşem gün batımının seyriyle yavaş yavaş yol yorgunluğunu atmaya başlıyoruz.
Ilgaz’ın eteklerinde Küçük ve Büyük Hacet’in arasında bir yerdeyiz. Gece yanan ateşin sıcaklığıyla içimiz geçiyor. Bir günü bitirip, yeni bir güne başlıyoruz. Açık havada yapılan kahvaltının ardından tırmanış için hazırlıklara başlıyoruz. Sağlam ayakkabı, bedenimizi kolay saran koruyucu kıyafetler, baton, kuru yemiş ve her şeyden önemlisi suyumuzu asla unutmuyoruz. Öğlen on iki gibi ilk adımları atıyoruz. Dönüş kim bilir kaçta.
Önce etrafımızı saran çam ve ladinlerin arasında tıpkı onlar gibi adım adım göğe doğru yükseliyoruz. Bir süre sonra ne bir ağaç, ne bir ses kalıyor geriye. Çırıl çıplak dağ önümüzde.
Biraz soluklanarak yavaş yavaş yükseliyoruz. Tam yaklaştık derken, önümüzde daha çok yolun olduğunu görmek, kendimizle zirve arasındaki tatlı mücadeleyi kimin kazanacağı ilerleyen zamanda şekilleniyor… Şimdilik yola devam ediyoruz.
Bir adım, bir adım daha derken bir anda zirvedeyiz…
Rakım 2546… Yer Küçük Hacet, Ilgaz’ın doruklarından etrafı süzüyoruz. Biraz rüzgar bizi savursa da manzara muhteşem. Tabi içimizdeki duygu da!
Benim için ne bir ilk ne de son tırmanış.
‘’Zirve’’ demek ‘’Özgürlük’’ demek.
Dağlar tıpkı ‘’sevgili’’ gibi hep kendine çağırıyor. Özlüyoruz, bir o kadar da arzuluyoruz…
Biraz daha zirvede rüzgarla dans ediyoruz. Manzara büyüleyici. Kendimizden geçiyoruz.
Her çıkışın bir inişi olduğu gibi bu sefer Büyük Hacet’e doğru yönümüzü çevirip, diğer sırttan yavaş yavaş inişe geçiyoruz.
İniş, çıkıştan daha zor ve daha uzun sürüyor.
Bir an önce kampa ulaşma telaşı bedenimizdeki yorgunluğu bile hissettirmiyor…
İniyor, iniyor, kayıyor ve yine iniyoruz. Araç yolunu bulana kadar sürüyor. Yolda bazen suyun sesi bazen de börtü böceğin sesi yol arkadaşımız.
Yarısı oldukça zor, yarısı da bir o kadar kolay diyebileceğimiz yolda ilerliyoruz. Gün bitmeden de kampa varıyoruz. Dile kolay yedi saattir dağlarda, hem bedenen hem de ruhen dolaşıyoruz.
Bedenler yorgun, karın bir o kadar aç ama mutlu bir şekilde kampa varıyoruz.
Biten güne, yanan ateşle veda ediyoruz.
Biliyoruz yarın döneceğiz. Biliyoruz belki bir daha buralara gelmeyeceğiz. Tıpkı bıraktığımız ‘’iz’’ gibi anılarımızdan silinmeyecek.
Tek gerçek;
Mutluluğun zirvesindeyiz…