Bu sefer Türkiye’nin oksijen deposundayız. Hem doğaseverlerin, hem de yazlıkçıların yoğun ilgi gösterdiği yer Kazdağları, oksijeni en bol yer olarak biliniyor. ‘Kazdağları’ deyince de bir tek dağ ve etrafı algılanmasın! Burası oldukça geniş bir alan, geldiniz mi, bir haftayı ayırmak gerekiyor.
Kazdağları, Balıkesir ili sınırlarında, yaşadığımız yere de yakın, yaklaşık 4 saatlik uzaklıkta. Niyetimiz Sütüven Şelalesi’ne yakın bir kampingde konaklamak. Kısa bir araştırma sonucunda ‘İnek Obası Kampingi’ buluyoruz. Burası Kazdağları Milli Parkı’na yakın Hasan Boğuldu ve Sütüven Şelalesine de birkaç metre ötede Kazdağları’nın eteğinde bir işletme. Etrafı tel ve ağaçlarla çevrili kampingde derme çatma bir bina, hemen yanında duş – tuvalet ve kamp alanından oluşuyor. İster kendi getirdiğin çadırda, istersen işletmenin çadırında kalabiliyorsun. Kahvaltıyı da buradan belli bir ücret karşılığında alabiliyorsun. Yok, ben kendim getirdiğimi yerim diyenlere de serbest. Tabii, bunlar için duruma göre ücret alınıyor. Her hizmetin ücreti farklı…
Sabah doğanın kucağında kuş cıvıltıları ve bizim gibi kampçıların sesiyle uyanıyoruz. Kahvaltıda güzel olunca hemen yönümüzü birkaç metre ötedeki Sütüven Şelalesi ve Hasan Boğuldu’ya çeviriyoruz.
Şelaleye iki farklı yoldan gidiliyor. Birincisi kaldığımız kampingin önünden devam eden toprak yoldan gidince beş dakika da varırken, Akçay’dan gelen diğer yol oldukça uzun ve virajlı. Girişteki görevliye giriş ücretini ödeyerek, boş bulduğumuz yere aracımızı park ediyoruz. Diğer taraf hınca hınç dolu, araç park edecek yer bulmak zor. İyi ki bu taraftan gelmişiz.
Sütüven Şelalesi ve Hasan Boğuldu
Sütüven ve Hasan Boğuldu yan yana doğa harikası bir yer. Sütüven Şelalesi’nin hemen girişinde yer alan işletmede uzun yoldan gelenler veya güne burada başlayanlar için ( bu biz oluyoruz) kahve molası verilecek yerlerin başında geliyor. Kısa bir dinlenmenin ardından önce Sütüven Şelalesi’ne doğru birbirinden farklı yükseklikteki basamakları inmek biraz zorlasa da, buz gibi suyun içine girince şelalenin güzelliğinde büyülenip, tekrar aynı zorluktaki basamakları tırmanmak anlatılmaz sadece yaşanır.
Sütüven’den ayrılınca bizi biraz ilerideki güzellik Hasan Boğuldu bekliyor. Burası da oldukça kalabalık. Sabahtan gözünü açan soluğu burada almış gibi.
Hasan Boğuldu’ya gitmeden önce Sütüven Şelalesi’nin hemen girişindeki hikayeyi okumadan geçmiyoruz. Hasan Boğuldu’nun adı nereden geldiği şimdi anlaşılıyor. Her ne kadar bilinen hikaye bir değil birkaç tane olsa da biz buradakini sizlerle paylaşıyoruz. Bu hikayelerin hepsi Emine ve Hasan’ın aşkının farklı şekillerde anlatılmış versiyonları olsa da en bilinen hikaye;
Kazdağları’nın zirvesinde Beyoba Köyü’nden Emine ile Ova Köyü’nden Hasan’ın aşkı, birbirlerini pazarda görmeyle başlar. Ne yazık ki bu aşk mutlu sonla bitmez. Birbirlerini seven iki gençten Emine’nin ailesi kızlarını Hasan ile evlenmesini istemezler. Bunun sebebi de Hasan’ın Yörük olmasıdır.
Her ne olursa olsun Hasan ve Emine birbirlerine olan sevgilerinden vazgeçmediklerini gören aile, Hasan’ı bir sınavdan geçirmeye karar verir. Eğer Hasan bu yükün altından başarıyla kalkarsa Emine ile evlenmesine izin verilecektir. Aile, Hasan’dan 40 kiloluk tuz çuvalını sırtlanarak 5 saat uzaklıktaki, obaya yani Kazdağları’na çıkarmasını istemektedir.
Emine önde Hasan arkada yola düşerler. Hasan sırtındaki yüke birkaç kilometre dayanabilir ancak daha fazla ilerleyemez. Emine ise sevdiği adamın arkasında olduğunu düşünerek yola devam eder. Bir süre sonra Hasan’ın arkasında olmadığını fark eden genç kız, geri dönerek sevgilisini aramaya başlar. Ona hediye ettiği yazmanın suyun içinde olduğunu gördüğünde ise onun boğulduğunu düşünür ve bu acıya dayanamayarak kendisini göletin dibindeki çınar ağacına asar. O günden sonra buralar Hasan boğuldu olarak bilinir.
Sıcak havalarda kalabalığın hücum ettiği, etrafın güzelliğinden çok ticari bir alana dönüşen Şelalenin çevresindeki tesisle gelenleri biraz üzse de yine de bir soluklanma yeri olarak kabul edip, bu güzelliği yaşamak isteyenlere, ‘’gelin görün’’ deriz.
Kazdağları Milli Parkı;
Hasan Boğuldu ve Sütüven Şelalesi’nden sonra Kazdağları Milli Parkına doğru ilerliyoruz. Aslında Kazdağları 6 tane dağdan oluşuyor, bunlar; Kazdağı, Eybek Dağı, Dede Dağı, Kocakatran Dağı, Baba Dağı, ve Güngen Dağı diye sıralanıyor. Milli park alanı olarak bilinen yer Biga Yarımadası’nın en yüksek dağı olan Kazdağı.
Milli Parkın girişinde duruyoruz. Görevli yanımıza yanaşıyor. Günübirlik olarak geldiğimizi söyleyince ona göre biletimizi kesip, aracımızın plakasını not alıyor. İşlemlerden sonra milli park bölgesine giriş yapıyoruz. Alabildiğince virajlı yolda etrafın güzelliğini seyrederek ara sıra da durarak yükseğe, zirveye doğru ilerliyoruz.
Kazdağları, sadece Türkiye için değil, tüm dünya için çok önemli bir alan. Alpler’den sonra dünyanın en önemli oksijen deposu olarak biliniyor. Bilinenin aksine bu oksijeni üreten orman değil, denizdeki yosunlarmış. Denizde üretilen oksijen, dağların arasındaki kanyonlardan bir baca misali yukarı yükselip, yoğun olarak 800 -1200 metre arasında birikiyormuş. Kazdağları’ndaki güzelliğin nedeni bu oksijen seviyesinden geliyor.
Oksijen seviyesi, denizden gelen nem, dağın yüksekliğiyle birleşincede çok özel bir ekosistem oluşuyor. Kazdağları’nda, 800’den fazla bitki çeşidini de burada görebiliyorsunuz. Barındırdığı türlerin zenginliği ve benzersizliği bakımından aynı zamanda Amazonlar kadar önem taşıyor.
Eskiden dağın %10’unu kapsayan milli parka sadece rehber eşliğinde girmeye izin varken, artık bu uygulamayı kaldırmışlar. Bakalım bu şekilde ne kadar koruyabilirler.
Milli Parkın sınırları içinde zirvede, Sarıkız’ın türbesi bulunuyor. Bizim hedefimizde zirveye Sarıkız’a ulaşmak. Sarıkız, hem Aleviler, hem de Sünniler için kutsal bir yer olarak kabul ediliyor. Hatta her sene buraya şenliğe geliyorlarmış. Buraya kadar gelmişken, Sarkız efsanesini de anlatmadan geçmeyelim.
Sarıkız Efsanesi;
Bir zamanlar civar köylerden birinde genç ve güzel bir Sarıkız ve babası yaşarmış. Sarıkız köyden kimseye varmak istemeyince köyün gençleri tarafından adı kötüye çıkarılır ve yok yere dışlanır. Babasına namusunu temizlemesi söylenir ancak baba kızını öldüremeyince, kazları ile birlikte kızı dağa götürüp orada ölüme terk eder.
Yıllar sonra dağa çıkanlardan kızının hala yaşıyor olabileceği haberini alır, bunun üzerine dağa çıkmaya karar verir. Gerçekten de kızı yaşıyordur. Vardığında kızından yüzünü yıkamak için su ister, kızı bir elini uzatır testisine denizden su doldurur, diğer elini uzatır dağlardan susayan babasına içme suyu getirir.
Baba o an anlar ki kızı ermiştir. Kızına haksızlık edildiğini anlayan baba kahrından bu dağlarda ölür. Buradaki Sarıkız Tepesi’nde kızın türbesi, hemen yakınındaki diğer bir zirveye de ‘’Baba Tepe’’ deniliyor ve Sarıkız’ın babasının türbesi bulunuyor. Bu zirvede “Sarıkız Türkmen Şenlikleri” adı altında Türkmenlerin 700 yıllık geleneği yaşatılıyor. Her sene Ağustos ayında buraya çıkan Türkmenler zirvede kurban kesiyor, adak adıyor, hayırlı bir yıl için dualar ediyor.
Yalnız değiliz. Bizim gibi dolaşan, yürüyüş yapan gruplarda var. Etrafı keşfe çıkıp yürüyüş yapıyoruz. Ciğerlerimize temiz havayı bolca çekip, uzun süre burada dolaştıktan sonra geldiğimiz yoldan geriye dönüyoruz. Bugüne doğal güzelliklere ayırıyoruz. Geriye kalan günleri de diğer hikayelerimize saklıyoruz…