Büyükada’da Şakir Paşa Ailesi

1747
0

Tam iskeleye vardığımızda, öten vapurun düdüğüyle durakladık. Kaçırdığımızı sandığımız vapur yavaş yavaş hareketlenirken, kaptanın el işaretiyle hemen kartlarımızı okutup vapura atladığımızda adaya yolculuğumuz da başlamıştı.

Hazelimiz, sabahtan kahveyi hazırlamış yanına tarçınlı kurabiyeleri de koymuştu. Kartal’dan adaya yolculuk kısa olunca tarçınlı kurabiye eşliğinde sabah kahvelerimizi bitirene kadar adaya varmıştık bile.

Adaya ne ilk ne de son gelişimiz. Bu sefer gezmekten çok okuduğumuz kitapların sayfalarında dolaşmak, kahramanların izini sürmek niyetindeydik.  

İlk Ayşe Kulin’in kaleminden Füreya aklımızı çeldi. Okudukça merakımız bin kart arttı. Üstüne Şirin Devrim’in anılarından Şakir Paşa Ailesiyle, Nermidil Erner Binark’ın anılarından da Şakir Paşa Köşkü’nü listeye ekleyince yol bizi Büyükada’ya sürükledi. Bu sürüklenişe Halikarnas Balıkçısı’nın ‘Mavi Sürgünü’de eklenince hikayenin içinde kendimizi bulmuş olduk.

Meydandaki saat kulesini geçince hemen solda yer alan eskiden fayton durağından şimdilerin elektrikli midi otobüsleri kalkıyor. Ada üç bölümden oluşuyor; Nizam, Maden, Tepeköy. Bir tur adayı dolaşmak için Nizam sırasındaki kalabalığın ardına diziliyoruz. Birkaç otobüsten sonra önümüzdeki kalabalık eriyince ancak sıra bize geliyor. İçlerinde birçok hikayeyi barındırdığı adanın tarihi güzel evlerinin arasından etrafı seyrede seyrede müzeye kadar gidiyoruz. Müze durağında inip, adaya dair ilk izleri burada sürüyoruz. Müze küçük olsa da Prenses Adalarına dair birçok bilgiye buradan ulaşabiliyorsunuz. Hem kapalı hem de açık alanda eserlerin sergilendiği müzeye bilet alarak giriliyor.

Müzeden sonra adanın sokaklarında adım adım ilerliyoruz. Önümüze ilk Reşat Nuri Güntekin’in evi çıkıyor. Eskiden duvarında yer alan evin yazara ait olduğu yazıyı bu sefer göremiyoruz. O muydu derken, midi otobüsümüzün kaptanı ikinci turunu atmak için yanımızdan geçerken doğru yerde olduğumuzu söyleyerek ilerliyor.  Kadın kaptanların yardımseverliği oldukça hoşumuza gidiyor. Merdiven başında dizilip, ilk fotoğrafımızı çekiyoruz. Yol bizi Tepeköy’deki Müslüman mezarlığına sürüklüyor. Öğlen kızgın güneşin altında bu yokuşu çıkmak öyle kolay olmasa da iki ileri bir mola, arada su takviyesiyle mezarlığın kapısına kadar geliyoruz.

Şakir Paşa ailesine dair ilk izlere burada rastlıyoruz. Mezarlığın arazisini Şakir Paşa bağışlamış. Mezarlık, adada yüksek bir noktada Tepeköy’de bulunuyor. Girince hemen sağ tarafta Şakir Paşa, eşi Sare İsmet Hanım yatarken hemen ardında büyük kızı Hakiye hanım, eşi ve kızları Füreya Koral yan yana yatıyorlar. Türkiye’nin ilk seramik sanatçısı Füreya Koral’ın sanatçı kimliğini yansıtan mezar taşının diğerlerinden farklılığı dikkatimizi çekince kalabalığın arasında şıp diye buluyoruz. Ailenin diğer fertlerinden oldukça farklı bir kişiliğe sahip renkli kimliğiyle Aliye Berger ve bitmeyen aşkı Ömer Karl Berger yan yana tıpkı aşklarını simgeleyen birbirine sarılmış mermerden iki insan vücudunun altında hemen yanlarında da yeğeni Şirin Devrim yatıyor.

Şakir Paşa Ailesi,   Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemine ve Cumhuriyet’in kuruluş yıllarına tanık olmuş, ülkemize;

Cevat Paşa, Şakir Paşa gibi devlet adamlarıyla, Fahrünissa Zeyd, Aliye Berger, Füreya Koral, Cevat Şakir Kabaağaçlı (Halikarnas Balıkçısı) gibi sanatçıları armağan etmiş geniş bir aile.

Hayatlarının renkli, hareketli vede hüzünlü dönemlerini geçirdikleri Büyükada’daki köşkün izini sürmek üzere Şehbal Sokak’a geliyoruz.

Bir zamanlar geniş bir bahçenin içinde, asırlık ağaçların arasında çiçeklerle dolu bakımlı bir bahçenin içinde üç katlı ahşap köşkün yerinde yeller esiyor.

Nermidil Erner Binark’ın anılarında köşk;

Yirmi dört oda, iki salon, üç kiler, mutfak, kahve ocağı, çamaşırhane, motorhane ve bir ahırdan oluşuyordu. İçeriye alt kattaki büyük salondan girilirdi. Salona girer girmez,  yüzyıl öncesinin atmosferiyle sarılıp sarmalanırdınız. Kocaman yaldızlı aynaları, aynaların önlerinde ‘tırnak’ denen, duvara dayalı yaldızlı yarım masaları, oymalı mobilyalarıyla biraz kasvetliydi. Büyük salonun iki tarafındaki sağlı sollu odalardan biri piyano odası, öteki misafir salonuydu. Misafir salonunun bütün eşyaları yaldızlıydı. Kraliçe Viktorya stilindeki yarısı sarı, yarısı kırmızı atlas kapitone koltukların her tarafından püsküller, saçaklar sarkardı. Odaların kapıları sanki perdeymiş gibi kalın damase perdelerle süslenmişti. Bu katta bir de taş oda vardı. Eskiden burada kasa dururmuş. Orta kattaki salon aydınlık, ferah ve deniz manzaralıydı. Değerli porselenler, vazolar, eski tablolar ve rahat koltuklarıyla ailenin bütün vaktini geçirdiği yerdi. Yatak odalarının çoğu evin en üst katındaydı. Bu odaların bir özelliği bütün yatak örtülerinin beyaz iplikten örülmüş olmasıydı.

Akdeniz evlerini hatırlatan bu odalar, Sare Hanım’ın Giritli zevkini yansıtıyormuş. Şakir Paşa bu evi aldığında eşine ‘’Sana Girit’i hatırlatacak bir adada ev aldım’’ demiş. Tıpkı aileden birer birer gidenler gibi köşkte zamana direnemeyerek tarihe gömülmüş…

Şimdilerde köşke dair hiçbir ize rastlayamasak da, gözlerimizi kapattığımızda hikayenin sayfalarında anlatılanların arasında dolaşarak,  köşkü,  o günkü canlı hayatın içine süzülerek kurduğumuz hayallerin arasında dolaşırken, yıkılmaya yüz tutmuş bir duvar, kilitli bahçe kapısı ve bir şekilde yanda yükselmeyi başarmış buraya ait olamayan yeni yapılara bakarak ayrılıyoruz, içimiz biraz buruklaşarak…

Adanın capcanlı sokaklarında kalabalığın arasına karışıyoruz.  Günü adalı bir dostun evinde içilen kahveyle tamamlıyor, kısa süreli de olsa bizi çeken, buralara kadar sürükleyen Füreya’ya ve Şakir Paşa ailesine veda ederek ayrılıyoruz…

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz