Aşkların, tutkunun, tarihin ve kültürün hamuruyla yoğurulup, ortaya çıkmış Dünya’da sayılı şehirlerden biri, Barselona… Gezi anılarıma başlamadan, daha önce de izlediğim ‘’ Barselona Barselona’’ filminin tekrarını yaşamaya karar veriyorum. Tıpkı Barselona’yla ikinci buluşmamda olduğu gibi… Film aşk, ihanet, tutku üzerine kurgulu… Şehre varınca da aşkı tutkuyu bir arada görüyoruz.
Aylar öncesinden promosyon bilet kolluyor ve ilk fırsatta yakaladığımız indirimli biletlerle yolculuğumuzu planlıyoruz. Şehir büyük ve dört kişiden oluşan grubumuzla son dönemlerde konaklamak için otelden çok apart daireleri seçiyoruz. Biraz özgür ruhlar olunca, kalkma zamanımızı kendimize göre ayarlayıp günü farklı yaşama derdindeyiz. Kaldığımız bina cadde üstü, şehrin en işlek ve birçok yere rahatlıkla ulaşacağımız noktada yer alan La Rambla Caddesi’nin üzerinde…
Filmin başlangıcındaki gibi hava alanından bir taksiye atlıyoruz, biraz kalabalığız, kalacağımız günler sayılı olduğundan kolay ve hızlı yolu seçiyoruz. Anayolu çıkınca tepede Barselona tabelasıyla ilerliyoruz. Günlerden Cuma trafik yoğun tıpkı bizdeki gibi… Ama stres, korna sesi yok, trafik usul usul akıyor …
Sabah uçuşuyla başlayan yolculuğumuz öğleye tamamlayıp, Barselona’ya kavuşunca konaklayacağımız yere yakın kafelerde karnımızı doyuruyor ve şehrin havasını içimize çekerek kendimizi şehrin ritmine bırakıyoruz.
La Rambla Caddesi boyunca sahile doğru yürüdüğümüzde karşımıza Cristof Colomb’un heykelinin bulunduğu Colon’a Meydanı çıkıyor. Cristof Colomb ‘un anıtı, 60 metre yüksekliğinde dökme demirden yapılmış. Colomb’un, Amerika’yı keşfinden sonra karaya çıktığı yer burasıymış. Heykelin parmağı bir yönü gösteriyor, Amerika değil, tabi ki kaşifin memleketi olan Cenova’yı…
Sahile doğru yürüdüğümüzde Marina del Port Vell ile karşılaşıyoruz. Birbirinden güzel teknelerin buluştuğu yerden geçtiğimizde dev akvaryum, alışveriş merkezi ve coşkun kalabalıkla buluşup ilerliyoruz. Marina boyunca ilerlediğimizde Torre de St. Sebastia dan 9.00-17.00 arası teleferik karşıdaki tepeye doğru ilerliyor. Biraz geç kaldığımız için binemiyor, üzülerek ayrılıyoruz. Yol boyunca sokak müzisyenlerin latin esintilerinden süzülen nağmeleriyle çılgınca dans eden şehir sakinlerinin arasına karışıyoruz. Hava kararınca La Rambla Caddesi’nin ara sokağında büyük meydana çıkıyoruz. Bir kafede oturup, sokak sanatçılarının eşliğinde yöresel içecek ‘Sangria’’ nın tadına bakıyoruz. İçine meyve ve buzlar katılarak değişik bir lezzette sunuluyor.
İlk günü tamamlayıp, Barselona ‘da ikinci güne güzel bir hava eşlik ediyor! Aylardan şubat bu şehre kış uğramadan teğet geçmiş. Hala yerlerde sele serpe sonbaharın izleri, sararmış yapraklar duruyor… Kış uğramadan ilkbahar yavaş yavaş kucaklayacak gibi… ‘’Haniymiş kara kış, ülkemi hapis almış bize de burada güzel havaları yollamış.’’ diyerek havanın, şehrin güzelliğine bırakıyoruz. Sanırım gelinecek en güzel mevsimlerden biri!.. Yazın 40 dereceyi aşan sıcaklıkta gezmekte zor olur, her halde. Akdeniz ülkelerinin genel siestası yavaş yavaş terk ediyor sanırım. Havaların soğuk oluşu mu, yoksa mevsiminden mi, yapana pek rastlamadık. Çarşıda her yer gece yarısına kadar açık. Yazın daha mı çok olur dersiniz?
Hava güzel olunca sokaklar, günün ilk saatlerinde kalabalıklaşmaya başlıyor. Şehrin sakinleri kadar bizim gibi yabancı misafirleri de ağırlıyor. Uzun yürüyüşlerle keşif turlarımızda sık sık valizleriyle dolaşan birçok yabancıya rastlıyoruz. Şehir cazibeli olunca geleni gideni de bol oluyor. Şehri, şehir yapanların ve çekiciliği artıranların başında, Gaudi geliyor. Onun yapılarını yarına saklıyor, bugün adım adım ‘’Museum National Art Barcelona’’ Sanat Müzesi’ne doğru ilerliyoruz. Oldukça mesafe var ve bir şehri tanımanın en güzel yolu, sokakları adımlamak, halkı selamlamak olunca, yürümek en iyisi …
Az gidiyor, uz gidiyor ara sıra karşımıza çıkan bina, sokak, çeşme, heykel demeden güzellikleri kalıcı anlara dönüştürürken, bir de bakıyoruz varmışız. ’’ Bir kahve molası verelim.’’, diyerek; eskiden arena şimdi ise bir alış veriş merkezi olan Arena’nın kıyısında yer alan kafelerden birine yerleşip kendimize kahve ısmarlıyoruz. Kafede garsonlar çok sempatik, sunum da hoş ve birer tanede maske hediye edilince sokaktan gelen geçene bakarak şehir üzerine sohbetimize devam ediyoruz… Müzeden dönüşte, hemen yanında yer alan ‘’Tapa Tapa ‘’ da buraya özel ‘’Tapas’’ların tadına bakmak için plan yapıyoruz.
Arena’ya doğru ilerlediğimizde terasında Barselona görsel turu atmak istiyoruz. İki seçeneğimiz var; ya 1Euro verip asansörle çıkmak ya da Avm’ nin içinden süzülmek. Asansör daha cazip geliyor, verip parayı yükseliyoruz. Burada manzara bir başka, aman da aman Barselona ayaklarının altında!… Hele uzaktan müzenin görünümüne hayran olup bol bol fotoğraf çekmeyi de ihmal etmiyoruz…
İnince müzeye doğru ilerliyoruz. Cadde geniş ortada kocaman ada ve ortasında anıtı görünce ‘’hadi çek be artık gezgin, fotoğraf çek!”… Sağı çek, solu çek, çek güzellikleri… İki kulenin arasından geçince önümde bir limuzin beliriyor, ‘’E böyle de gezenler var!’’ diyen iç sesimi duyuyorum. Hangisi daha iyi, adım adım dolaşmak mı, yoksa bir aracın içinde olmak mı? Bence adım adım, tadını çıkararak, keyfine varıp ara sıra da oturup gelene geçene bakmak, doya doya şehri yaşamak!…
Müze önümüzde, basamak basamak yükseliyor. Önündeki fıskiyeler gece renkli bir şölene ev sahipliği yapıyormuş, biz bu şöleni kaçırıyor, erken ayrılıyoruz. Müzenin önü oldukça kalabalık, önceden bilet almak gerek !… Sırayı görünce korkuyoruz!… Zengin koleksiyona sahip müzeyi, bir günde ancak gezmek mümkün… Barselona’da görülecek yerler listesinin başına hemen yazıyoruz…
Yolumuza devam ediyor, İspanyol Köyü’ne geliyoruz. Müze’nin solunda yer alan köy, önemli bina ve yolların birebir aynı. Montjuic Tepesi’nde yer alan bu yer bir açık hava müzesi. Giriş fiyatı katılacak grup sayısına göre değişse de biraz yüksek…
Daha önce planladığımız Arena’nn yanında yer alan Tapa Tapa’ya gelip, dışarıdaki masalardan birine yerleşiyor, zengin ‘Tapas’’ çeşitlerinden seçiyoruz… Uzun süren yemek molası sonrası tekrar yollardayız. Bu sefer Gran Via de les Caddesi’nde ilerliyoruz. Geniş sokaklar, etrafını süsleyen etkileyici yapıların arasından ilerlerken değişik kostümlü çocuklu grubun bando eşliğinde yürüyüşlerine tanıklık ediyoruz. Ne güzel aileler, analı babalı değişik kostümlerle çocuklarıyla yürüyorlar… Yürüyen kalabalığın bitiminde karşımıza Passeig de Gracia Caddesi çıkıyor. Ünlü mağazaların sağlı sollu dizildiği ve Gaudi’nin en ünlü eserlerinin de bulunduğu cadde burası. Ortada, yolu iki tarafa ayıran yeşil alanda kahveni iç, bir mola ver, her anı gelen geçenle dolu dolu yaşa… Biraz caddedeki kalabalığa karışıyor ara sıra da beğendiğimiz, ilgimizi çeken ürünlere dokunmak için mağazalara da giriyoruz. Sunuşuyla, hizmet kalitesiyle belli eden mekanlar da her şey ‘’ onu alma, beni al ! ‘’ dercesine etkileyici… Cadde üzerinde yediğimiz yöresel tatlarla bugünü de bitiriyoruz.
Barselona’da üçüncü günümüzü Gaudi’nin eserlerine saklayıp, sabah kahvaltının ardından rotamız Passeig Caddesi oluyor. Kaldığımız yere çok yakın olan cadde de tekrar etkileyici mağazaların önünden geçiyoruz. Burada sağda ve solda, birbirine çok yakın iki eseri bulunuyor. Biri Casa Batllo, diğeri La Pedrera. İkisinin de önünde içeriye girmek isteyen yoğun bir kalabalığın oluşturduğu sıra var! Akşama kadar ancak biter.. Biraz bekledikten sonra kalabalığın azalmadığını görüyor ve Sagrada Familia’ya doğru ilerliyoruz. Yakın mesafe de yer alan kilisenin bitimine ünlü mimarın ömrü yetmemiş. 1926 yılında ani ölümüyle yarım kalan kilise de 2026 ‘ya yetiştirmek için hummalı bir çalışma var.
Sagrada Familia’ya geldiğimiz de burada her yerden daha çok sıra var!. Pes etmeden milim milim ilerleyen sıraya giriyoruz. Nihayet biletlerimizi alınca binadan çok bir sanat eseri, bir masalın canlı iz düşümü diyebileceğimiz tatta, içerisindeki renk cümbüşü, mimari zenginlikle yoğurulmuş yapıdan saatlerce ayrılamıyoruz… Çıkınca zamanın azaldığını görüp hemen bir taksiye atlayıp, doğru soluğu Park Guell’de alıyoruz. ‘’Burası da mı, kalabalık?’’ diyen içimizdeki sese aldırmayıp giriyoruz. Fotoğraf çekeceğim, herkes önümde, üzülsem mi, sevinsem mi? Neyse bir boşluk bulup önümdeki güzelliklerin bir bir tadına bakıyorum. Uçsuz bucaksız zenginlik sunan Barselona’nın panoraması, masal ev tadındaki binalar, Gaudi’nin yaşadığı ev ve daha nice mimari zenginliklerle bugünü de tamamlamış oluyoruz.
Son günümüz uçumuz akşam, bir günü daha yaşamak niyetiyle Barselona Plajına doğru yürüyoruz. Yazdan çalma bir hava, herkes sokakta… Paten kayanlar, çocuklarıyla dolaşanlar, meraklı bakışlar ve bizim gibi birkaç saat sonra ayrılacaklar… Yazın plaj güzelliğini şimdiden belli ederken, sahilde hazırlıklarda başlamış. Son kez içilen Sangria, yenilen tapas ve elveda Barselona!…