Şehre gelince ilk burası çekiyor insanı; elbette bizim de gezi listemizin en başını alıyor Harran. Urfa’ya yaklaşık 45 kilometre uzaklıkta ; ‘’iyi ki gelmişiz.’’ diyecek kadar mutlu eden bir yerdeyiz. Yol boyunca sağlı sollu pamuk, fıstık, mısır, isot tarlaları arasından ilerleyerek varıyoruz tarihin bu güzel durağına. Geçmiş ve gelecek iç içe M.Ö. 2000’lere uzanan tarihe sahip, ilk Ur şehrinin bir ticari kolu olarak kurulduğuna inanılıyor. Harran’ın Sümerce veya Akatça ‘’kervan’’ anlamına gelen ‘’ Harran-U’’ kelimesinden türediği de düşünülüyor. Kendi adıyla anılan uçsuz bucaksız ovaya kurulan, birçok medeniyete de ev sahipliği yapan uygarlık şimdi ise sadece kalıntılarda gizemini koruyor. Aynı zamanda Anadolu’da kurulan ilk üniversiteyi barındırıyor. Mezopotamya’nın içinde yer alması ve önemli ticaret yolunun üzerinde olması nedeniyle önemi biraz daha artmış. Ticaret merkezi olmuş. Hani şu bir yerden, bir yere günlerce süren kervanların yolunun da üzerinde. Buradan geçiş hem zenginlik hem de medeniyet katmış şehre. Bu zenginlikle bizim gibi gezginleri ‘’hup’’ diye çekiveriyor. Çok fazla tarihin içine gömülmeden ne şekilde olursa olsun iyi ki kurulmuş diyerek bu zengin medeniyeti keşfe çıkıyoruz.
Harran Üniversitesi’nin de yer aldığı tarihi kalıntılara doğru gidiyoruz. Tellerle çevrili alanda hummalı çalışmayı rahatça gözlüyoruz. Uzun yıllara yayılan çalışmalar sonucunda şehrin derinliklerine inildikçe kim bilir daha neler çıkacak? Şu ana kadar çıkarılan eserler de yeni açılan müzede sergileniyor. Yüzeyde ise zamana meydan okurcasına yarı yıkılmış halde üniversitenin kalıntılarını görebiliyoruz. Moğollar’ın saldırılarına direnemeyen üniversite çoktan harabeye dönüşmüş. Döneminde din, astronomi, tıp, matematik, ve felsefe olmak üzere zengin bilimsel çalışmalar burada yer alıyormuş.
Alan geniş gezilecek yer çok; yönümüzü Harran Kalesi’ne çeviriyoruz. Kale şehrin hemen girişinde yer alıyor. Tabi korumak amacıyla etrafı telle çevrilmiş. Sadece uzaktan bakmakla yetindiğimiz kale bir hayli görkemli görünüyor. Değişik bir mimariye sahip kalenin, normalde kulelerinin olması gerekirken şimdi sadece gövdesi yarı yarıya ayakta duruyor. Uzaktan bakıp, yetinerek Harran evlerine ilerliyoruz.
Asıl ilgimizi çeken ve bizi heyecanlandıran Harran Evleri. Hala ayakta kalan birkaç yapıdan birine doğru ilerlediğimizde bizi uzaktan gülümsemeyle Ali Baba karşılıyor. Burası Ali Baba’nın evi. Şimdi betondan yaptığı iki katlı evde yaşıyor. Eski evini, gelen ziyaretçilere açarak burayı bir ticari işletmeye dönüştürmüş. Çoluk çocuğun canla başla çalıştığı bu yerde, gelenler yani bizler dönemi kısa süreli de olsa yaşıyoruz. Renk renk yöresel elbiseler bizi bizden alıyor. Evden çok onlar ilgimizi çekiyor. Hemen birer tane seçip üzerimize giyiyoruz. Bol bol çekilen fotoğrafın ardından aklımız kalsa da yöresel kıyafetleri üzerimizden çıkartıyor, vedalaşıyoruz! Evin mimari özelliklerini inceliyoruz. Kerpiçten yapılmış evlerin kubbelerinin şekli oldukça ilginç. Bu yöreye hakim olan yapı tarzı böyle. Dışarıda hava 29 derece içeride ise yüzümüze çarpan bir serinlik var. Anlaşıldığı gibi asıl amaç, yazın bunaltıcı sıcağında serinlemek, kışın soğuğunda ısınmak! Bir de TAHT adı verilen sedir, yatak türü buraya özgü eşyalar ilginç. Sıcak yaz geceleri damlarda uyumak veya oturmak için yapılmış bu çardak türü tahta eşyalar, günümüzde de kullanılıyor ama demirden! Tahtadan olanları ise şimdi antika.
Renk renk kıyafetlerde aklımız kalarak, kısa süreli de olsa yaşadığımız mutluluğun ardından zengin tarihe sahip Urfa’yı keşfe çıkıyoruz. Kıyı köşe, bucak karış karış keşfedilecek!
süper … her zamanki gibi tadından yenmiyor, pardon okunmuyor
Çok teşekkürler…Zeynep 🙂