Tadımlık İstanbul- Zeyrek’ten Geriye Kalanlar

1175
0

Tatlı bir İstanbul sabahına uyandım. Gezmek için güzel bir gün. Hava ne sıcak ne de soğuk. Yağmur bulutlarını da dünden kovaladık. Zeyrek sokaklarını dolaşmanın vakti geldi.

Güne Şehzade Börekçisinde başlıyoruz. Burası gezilecek yerlere oldukça yakın ve toplanmak içinde merkezi bir yer.

Gezi rotamız, biraz kiliseden dönüşen camileri,  biraz da lezzet duraklarını kapsıyor.

İlk tarihi bilgiyi sindiriyoruz. Önümüzdeki metro çıkışıyla börekçi arasındaki yol eski bir tarihi yolmuş. Büyük Reşitpaşa Sokağı meğerse eskiden,  (Konstantinopolis’te) İmparator yoluymuş.

Kalenderhane Camii( Theotokos Kyriotissa),

Karşımızdaki Kalenderhane Camii, kiliseden camiye dönüştürülen ilk ibadethanelerden birisi. Camiyi gezmek için karşıya geçiyoruz. Yakında restorasyona girecek olan camiyi, restorasyon öncesi son görenlerden biri oluyoruz. Döneme ait güzel örneklerden biri olan bu kilisenin diğer adı Akaptalepyos olarak biliniyor. Theotokos Kyriotissa, Valens Kemeri’ne bitişik zamanla harabeye dönen bir saray hamamının üzerine inşa edilmiş. Önce Zaviye’ye sonra da Camii’ye dönüştürülen yapının çoğu fresklerin üzeri kapatıldığından aslından uzaklaşan yapılar arasına karışmış. 

Eskiden bu bölge manastırlar bölgesiymiş. Onlardan biri de sanırım burası. Fetih öncesi her cuma Meryem Ana ikonası sırayla şehirdeki manastırları dolaştırılırmış. Önemli bir Bizans yapısı Teodakis Kilisesi veya Akaliptos Manastırı da hem Meryem Anaya hem de İsa’ya atfedilen kiliseler arasında yer alıyormuş.

Kalender Camii’den sonra Şehzade Caminin önünden geçiyoruz. Caminin önündeki milyon taşı dikkatimizi çekiyor. Milyon taşı Mimar Sinan tarafından yaptırılmış.

Biraz daha ilerlediğimizde Arkeolojik Park’a geliyoruz.  İçinde Arkeoloji Parkı ve Aziz Polieuktos Kilisesi kalıntılarını görüyoruz. Burası Ayasofya’dan önce yapıldığı düşünülüyor. Arkeolojik Park aynı zamanda evsizlerinde yurdu. Kilise kalıntıları keşfedilmeden önce kalıntıların içinde evsizler yaşıyormuş. Şimdilik etrafı tellerle çevrilerek koruma altına alınmış.

Gezdiğimiz  bölgenin bir kısmı Saraçhane olarak biliniyor. Saraçhane; ‘’Koşum ve eyer takımları yapan veya satan ‘’, ‘’ Koşum ve eyer takımlarını işleyen ve süsleyen’’ kimselere verilen admış. İstanbul’un fethinden sonra  kendi külliyesini kurduran Fatih Sultan Mehmet İstanbul Saraçhanesi’ni de kurdurmuş. Saraçhane, İstanbul’da kurulan ilk semt olarak da biliniyor.

Kıztaşı ( İmparator Marcianus Sütunu)  sütunu;

Kıztaşı, eski İstanbul olarak geçiyor. İmparator Marcianus ölümsüzlüğünü inşa ettiği, yüksekliği 16 metre olan sütunda en üsteki heykelin kanatlı Marcianus olduğu söyleniyor. Peki niye Marcianus Sütunu değil de Kıztaşı olarak biliniyor?  Osmanlıdan kalan bir rivayete göre Ayasofya yapılırken kızın biri benim de katkım olsun diye sırtlamış taşı, yolda giderken rastladığı bir kişiden Ayasofya’nın bittiğini öğrenir.  O da taşı buraya bırakır. Eskiden bir konağın bahçesiymiş burası. Yangında konak yıkılınca  sütun burada kalmış.

Bugünkü rotamızda tarihin izlerini sürerken bölgenin lezzet duraklarından faydalanmayı da düşünüyoruz. Buranın pek meşhur çorbacısı olan  Paçacı Mahmut’a geliyoruz. Meşhur olunca içerisi de malum çok kalabalık. Sabah kahvaltımızı burada yapıyoruz. Gelsin kelle, paçalar! Kelle paçayla kendimize gelince Feyzullah Efendi Sokağı’na geliyoruz.  

Millet Kütüphanesi;

1700-1701 yılları arasında Erzurumlu Şeyhülislam Seyyid Feyzullah Efendi tarafından Darü’l Hadis olarak yaptırılan bina kurucusunun adıyla Feyziyye Medresesi olarak tanınmış. 1894 yılında İstanbul depreminde ve daha sonra Fatih yangınında hasar gören yapı Evkaf Nazırı Şeyhülislam Mustafa Hayri Efendi’nin gayretleriyle tamir ettirilmiş. Millet Kütüphanesi mimari eser olarak  minaresi olmayan medrese olarak biliniyor. Aynı zamanda içinde cami olmayan tek medrese.

Sultan Sarması;

Medreseden çıkınca yolumuz sarmacıyla kesişiyor. Fatih Sarmacısı, Aslanhane Sokakta 3 masadan oluşan yaklaşık 83 yıllık küçücük, mütevazı bir dükkan. Bir rivayete göre Fatih Sultan Mehmet’in akşam yemeğinden sonra mutlaka yediği, rulo şeklinde bir nevi revani tadındaki tatlıya Sultan Sarması veya ‘’Fatih Sarması’’da deniliyor.

Nakşidil Valide Sultan Türbesi;

Sultan Sarmasından sonra Nakşidil Valide Sultan Türbesi’ne geliyoruz. Türbe, İstanbul Suriçi Fatih Camisi’nin haziresine 1817 yılında Nakşidil Sultan tarafından yaptırılmış. Nakşidil Valide Sultan, I. Abdülhamit’in eşi olup, II. Mahmut’un annesi,  Fransız iyi bir aileden geldiği söyleniyor.

Fatih Cami ( Eski Havariyum Kilisesi);

Hemen yanında maneviyatı yüksek bir cami olan Fatih Cami’ne  geliyoruz. İstanbul’un fethinden sonra Fatih Sultan Mehmet tarafından  1470 yılında Bizans’ın Ayasofya’sından sonraki ikinci kutsal tapınağı olan Havariyum Kilisesi kalıntıları  üzerine  kurulduğu söyleniyor

Burası Havaryum manastırı olarak da biliniyor ve Bizansın İmparatorlarının çoğunun mezarı da buradaymış. Fatih, yedi tepe üzerine kurulu bu şehrin en görkemli yerine 1470 yılında cami olması karar veriyor. Aynı zamanda Fatih’te buraya gömülüyor. Yapıldığı dönemde bu kadar görkemli değilmiş. III. Mustafa’nın zamanda gelişmiş. III. Mustafa, ciddi birçok camiye para harcamış ancak hiçbirine ismini verememiş.

Etrafındaki medreselerde ilk İstanbul Üniversitesi’nin ve sahafların temelini atmış olduğu söyleniyor.

Meşhur Vatan Caddesi’ne paralel yürüyoruz. Yemek için Hatay Mutfağı’nı seçiyoruz. Her ne kadar Hatay Mutfağı olsa da asıl Hatay’da yediğimiz yemeklerin lezzetini bulamıyoruz.

Bozdoğan Kemeri- Valens Su Kemeri;

Yemekten sonra Bozdoğan kemerinden geçiyoruz. Doğu Roma İmparatoru Flavius Lulius Valens tarafından MS. 378 yılında tamamlanmış. Bu nedenle Valens Su Kemeri olarak biliniyor. Tamamı 250 km olan su taşıma sisteminin bir parçası olan kemer, antik dönemin en büyük su kanalı tesislerinden biri.

Kadınlar Pazarı, Siirtliler Sokağı ve At Pazarı;

Bozdoğan Kemeri’nden içeri doğru girdiğimizde önce Kadınlar Pazarına, bölgede yöresel ürünler satan esnafa uğrayıp oradan da tatlı için At Pazarı’na geliyoruz.  At Pazarı denilen yer;  nargile kafelerin, çay bahçelerinin, olduğu bir yer. Burası Öteki İstanbul’un Cihangir’i, Nişantaşı’sı.

Kadınlar Pazarı olarak bilinen yer ise Osmanlı Dönemi’nde kadınlardan oluşan esnafın burada tezgahlar kurup yöresel ürünler satmaya başlamasıyla ismini almış.

Zeyrek Kilise Cami ( Pnatakrator İsa Kilisesi);

II. İoannes Komnenos’un ilk eşi Eirene tarafından yaptırılmasına başlanan, eşinin ölümünden sonra Ioannes tarafından tamamlatılan birkaç şapelin oluşmasından doğan kilise Fatih Dönemi’nde medreseye çevrilen yapı adını, hazır anlamına gelen Zeyrek Molla Mehmet’ten almış. Camiye sadece dışarıdan bakabiliyoruz. Hemen yanındaki ara sokakta zurna ve davulun eşliğinde gelin çıkıyor. Biraz onların mutluluğuna ortak oluyoruz. Günün yorgunluğunu caminin karşısındaki muhteşem manzaralı Zeyrek Kafe’de atıyoruz.

Zeyrek;

Gezimiz Zeyrek ağırlıklı olunca biraz bahsetmeden geçmeyelim. Zeyrek, İstanbul’un Fatih ilçesine bağlı bir mahalle. Haliç’e bakan güzel bir manzarası var ve adını nereden aldığını yukarıda bahsetmiştim. Ayrıca birkaç Bizans sarnıcına ve yine Bizans kökenli küçük Şeyh Süleyman Camii’ne ev sahipliği yapıyor.

Ayın Bir’i Kilisesi;

Zeyrek kafe’den sonra meşhur tavuk pilavcılar sokağından geçip, plakçılar çarşısından geçip Ayın Bir’i Kilisesi’ne geliyoruz.

Kilisenin asıl adı Vefa Kilisesi, Meryem Ana Kilisesi olarak da biliniyor. Burası 1700’lü yıllarda Arnavut asıllı Ortodoks bir ailenin evinin bahçesiymiş. Maria ismindeki kızları rüyasında Meryem Ana’yı görmüş. Meryem Ana ona bahçede bir ayazma olduğunu söylemiş. Gerçekten de bahçede bir su kaynağı bulunmuş. Aile buraya kilise yapmaya karar vermiş. Yapılan bu kilise de Meryem Ana Kilisesi olarak anılmaya başlanmış.

Ayın Biri ünvanına ne zaman nasıl erişti bilinmiyor ancak yılbaşında insanlar buraya akın akın gelmeye başlamış. Kulaktan kulağa yayılarak bu bir ritüele dönüşmüş. 30 yıl öncede anahtar seremonisi oluşmuş.

Bir Vefa Klasiği- Vefa Bozacısı;

Buraya kadar gelmişken Vefa Bozacısı’na uğramadan gidilmez. Çocukluğumda sonbahardan kışa geçerken sokaklarda akşamleyin yükselen ‘’ Bozaaaa, Bozaaa’’ sesine kulak verirdik. Evlerimizin vazgeçilmeziydi. Şimdi sadece marketlerde görsek de asıl yeri Vefa tabiki. Vefa Bozacısı’ndan içeri adım attığımızda iki şey dikkatimizi çekiyor. Kısa boylu mermer küpler ve genzimize yerleşen keskin ekşimsi koku. Küçük bir dükkanda yıllarda boza üretilip dağıtılıyor. Dükkanın içinden çok dışarısı oldukça kalabalık, ellerinde bozalarıyla karşıdaki leblebiciden yayılan kokunun çekimine kapılmamak elde değil. Bozadan sonraki hamlede doğru leblebiciden sıcak yeni kavrulmuş leblebiyle eve dönmek…

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz