Ege’de Kutsal Ada PATMOS

1109
0

 

Kendini bulmaksa niyetin  ve biraz da  huzur doğru adresin Patmos.

 

Patmos Adasına gelmek için bir çok sebep var;

 

Hıristiyan inancına göre hac yeri,

Doğal güzelliği,

Yüzlerce korunmuş mimarı zenginliği,

Bakir koyları,

Eğlence,

Dinginlik, huzur,

hangisini tercih edersen et buluşma yerin burası.

 

20141009_170527

 

Kos’tan bir sabah feribotla ayrılıp, Patmos’a doğru yol alıyoruz… Yaklaşık iki buçuk saat süren yolculuğumuzda, üç adaya kısa süreli uğrayıp yolcu ve eşya bırakarak ilerliyoruz…

 

İlk durak Kalymnos, derin koyun içindeki iskeleye kısa bir süre yanaşıyoruz, yolcular iniyor, yenileri biniyor. Tuzlu camların arkasından limandaki İtalyan yapıları görüyorum. 1912’de geldikleri adalardan II.Dünya savaşı sonrası ayrılan İtalyanlar, kendilerine özgü Art-deco yapılarla tüm on iki adaya damgalarını vurmuşlar ama yüzlerce yıl bu adalardan vergi alan Osmanlı’nın eserleri bir elin parmaklarını geçmiyor.  Günümüze kalan Osmanlı eserleri de restorasyon beklentisi içinde zamanla yarışıyor.  Gelecek yıl acaba Kalymnos’a yoksa Leros’a mı sefer yapsak? Gezginin ruhu böyle işte, bir seyahat bitmeden ikinci seyahat planları yapılıyor. Avrupa’da en iyi kaya tırmanışı yapılan yerlerden olan Kalymnos kayalarını da sancağımızda görüyoruz.

 

20141008_125936

 

İkinci ada Leros, adanın iki limanı var, yine İtalyan yapılarının kırmızı kubbeleri görülüyor ufukta.  Savaş sırasında burada Mussolini denizaltılarını konuşlandırmış.

Minik Lipsi iskelesinde de yolcu indirdikten sonra saat 11.00 de Patmos’a ayak basıyoruz. Deniz sakin, lacivert ve bizi bırakan feribot Dodekanissa Seaway limandan ayrılıyor.

Ada üç bölümden oluşuyor; Skala, Chora ve Kalimnos… Feribot Skala’ya yanaşıyor. Skala  (İskele ) kalabalık ve canlı, ellerinde pansiyon isimleri yazılı kağıtlarla bekleyenler, kalacak yer arayanlara cazip teklifler yapıyor. İskelenin tam karşısında İtalyan yapımı idare binası var, adanın yönetimi burada olmalı…

Biz sola doğru yürüyoruz. Elde bavullar,  elimizle koymuş gibi  Captain House oteli buluyoruz.  Limandan sola dönüp sahile paralel yürüyerek 50 metre uzaklıkta 2 katlı bina.  Patmos’un beyaz, küp biçimi geleneksel mimarisinde. Tertemiz, minimal stilde zevkle döşenmiş odaları ve giriş katı bir orta avluya açılıyor. Avluda yüz yıllık bir palmiye  ve havuz yorgunluğumuzu almak için bizi bekliyor. Yorgun ama mutluyum,  hayallerimdeki bir güzel seyahat daha gerçekleşiyor.

 

20141009_174631 (1)

 

 

Bir saatlik  dinlenme ile  Skala sokaklarında kayboluyoruz . Hava ılık, etraf da çok kalabalık değil, tam bize göre. Liman karşısına kahveler, hediyelik eşya dükkanları dizilmiş. İdare binasının yanındaki minyatür meydan, kasabanın kalbi sanki iki kahve yükünü almış, cıvıl cıvıl.

Bizim evlerde bin bir zahmet ve ihtimamla yetiştirmeye çalıştığımız saksı bitkileri “Benjaminler “ burada dev ağaçlar haline gelmiş. Ya ”Begoviller” hiç söylemeyeyim, aşık olunacak güzellikte. 

Adamız küçük, gezilecek ve denize girilecek yerler etrafımızı çevirmiş vaziyette. Aceleye gerek yok, sindire sindire geziyoruz. Erken  kalkmak da yok bu tatilde. Kuzeyden güneye 25 km. uzunluğunda ve sadece 3000 kişi yaşıyor, yaklaşık enlem olarak da Didim açıklarındayız.

 

20141005_141750

 

 

Otelimizde  sabah kahvaltısı  beklenmeyecek ölçüde zengin. Ana kahvaltıya kurabiye, kekler ara sıra Katerina’nın ayva reçeli de ekleniyor. Sabah  “Kalimera”yla selamlaşmak ruhumuzda başka bir tat bırakıyor… Ada küçük ama gidilecek plaj çok. Otel her türlü hizmeti sunuyor,  araba kiralamak da buna  dahil.  Altı günlük kiraladığımız kırmızı Jimny’le ada turuna çıkıyoruz. İlk durağımız Chora.

20141007_130845 (1)

 

Chora, kutsal bölge… Nedenine gelince; Hıristiyanlık tarihinde İncil’in dört yazarından biri olan ve “Apokalips (Vahiy)” bölümünü de yazan, incil yazarı “Hagios İoannes Theologos”, bizim Patmos’a damgasını vuran kişi. Roma imparatoru Domitianus inançlarından dolayı İoannes’i bu adaya sürgüne gönderiyor, M.S. 95 de. İki yıl bir mağarada kapalı kalan İoannes, burada bir yarıktan gelen ve tanrının sesi olduğuna inandığı sesler duyup, onları yazıya geçiriyor, işte İncil’de yer alan “Apokalips” bölümü de böylece yazılmış oluyor. Göreceklerimiz arasında bu mağara da var. Mağara Manastır’da yani Chora bölgesinde. Virajlı yoldan yavaşça ilerliyoruz, tepedeki Manastır ve onu beyaz bir taç gibi çevreleyen Chora evlerine gittikçe yaklaşıyoruz. Belirli bir noktadan sonra Chora’ya motorlu taşıt giremiyor. Araçtan inip, daracık  eski taş sokaklara dalıyoruz. Manastır’ın girişine doğru döne döne çıkıyoruz. Ana girişin üzerindeki açıklıktan girişe dayanan düşmanların, korsanların üzerine kızgın yağ döküldüğünü okuyoruz.

 

Manastır’a giriş ücretli, içerideki müze de buna dahil. Hıristiyanlık’taki kutsal üçlemeye son derece uygun bir üçlü kemer içine yerleştirilmiş  çanlar girişte karşılıyor. Manastır çevresindeki ilk yerleşimler manastırın kuruluşundan hemen  elli yıl sonra başlıyor ama bugün yoğun olarak batıda yer alan Chora evleri 1453’de İstanbul’un fethinden sonra bu adaya göç eden kibar ve kültürlü “Konstantinopoliler” tarafından yapılıyor, bu mahalleye “Allotini” (gelip-geçenler ) deniyor,  bu tarihten sonra hemşehrilerimizin yemek, sanat, müzik ve kültürü tüm adayı etkiliyor.

 

20141007_125334 (1)

 

Girişteki avlu çakıl taşı mozaiklerle kaplı, tam ortada eskiden şarap, şimdi suyun saklandığı bir sarnıç var. Sarnıcın üzerinde ve duvar kenarlarında kandiller ve halıları görüyoruz.

Manastır için çok önemli olan birçok dinsel objenin yanı sıra bizim için önemli olan Osmanlı padişahlarının 6 adet fermanı var. Ticareti, dinsel özgürlüğü koruyan fermanların yanı sıra bir ferman benim ilgimi çekiyor. Bu fermanda Sultan, Subaşı ve Kadı’ya şu emri veriyor: ”Andros isimli şahsın evine giren mallarını çalıp, ev ahalisinden birini öldüren saldırgan tez bulunsun ve cezası verilsin!!! ”.  Manastır’ın ikinci katından manzara müthiş, beyaz kemerler arasından iç avluya bakış da güzel. Çıkışta, Chora’nın beyaz sokaklarında kayboluyoruz.

 

20141009_180650

 

Chora’nın sokaklarında, geçitlerinde, koridorlarında kendimi kaybediyorum… Bir rüya gibi beyazlık, yukarıda gökyüzünün sonsuz mavisi ile sınırlanıyor. Bir de bu güzelim renklere evlerden sarkan begonvillerin dökülüşünü eklersek, soğuk kış günlerinde kurduğum hayallerin tam ortasına düştüm diyeceğim. Geçitler kıvrılıyor, iniyor, çıkıyor, minik meydancıklardaki şık butiklerin etrafından dolaşarak yeni sürprizler hazırlıyor.

Bir anda Yel değirmenleri dibinde bitiyoruz. Eski antik patikadan ilerliyoruz; sararmış otlar, kavruk makiler, şapeller, taş evler, yüzme havuzlu beyaz Ege evleri, kayalar… Aracımızı buluyor, hareket ediyoruz, Skala’ya doğru ilerliyoruz.

Altı gün boyunca  arabamıza kurulup plajları teftiş ediyoruz.  İlk durağımız tepedeki Kambos kasabası… Meydan da şirin bir kahve var. Adı Aroma Cafe. Hemen çöküyoruz. Karı-koca işletmesi köy kahvehanesi de diyebiliriz… ”Greek kahvesi bugünden sonra her gün burada içilecek!” görev edinmiş  gibi tatilimiz bitene kadar her sabah kahve mekanımız burası oluyor. Halk samimi, herkes birbirine selam vermeden geçmiyor. Araç, motor ya da yaya ne olursa olsun, etrafa bakıyorlar tanıdık var mı diye? Hemen durup bir selam çakıp, birkaç  hatır gönül  ekleyince yola devam ediyorlar.

 

20141006_122306

 

İlk plajımız renkli taşlarıyla ünlü Linbos . Sahilde bir taverna, birkaç kişi, bir de sevimli köpek ve  biz. Sanki plajı kapatmış gibiyiz, tek bize ait. Huzur bu olsa gerek… Birkaç taş topluyoruz. Hepsi birbirinden güzel ve değişik renkli…

Plajlar çok ve birbirine yakın bir de aracımız olunca Linbos’tan ayrılıp, Vagias Plajına geliyoruz. Burada da hiç kimse yok… ”İn-cin top oynuyor.” desem kandırmış olmam.  Her yer bizim ve özgürüz!!!  Biraz acıkınca da tepede bir kafede, Cafe Vagias’ta karnımızı doyuruyoruz. Gün biterken yolda yeni keşifler yaparak otele ilerliyoruz.

Üçüncü gün adanın en kuzeyindeki Livadi Kalogiron’dayız… Deniz sakin, 2-3 kişi denize giriyor, böceklerin ve martıların sesinden başka hiçbir ses yok. Ilgınların altına balıkçıların kayıkları çekilmiş. Sanki bir başka dünyadayız,  zaman makinesi ile elli yıl geriye ışınlandık mı acaba? Öğleden sonra Chora’da soluğu alıyoruz. Sokaklar bizi büyülüyor. ”Her gün gelin.” der gibi davetkar…

Akşam otelin yanından bir müzik sesi yayılıyor etrafa, birkaç kişiden oluşan kalabalık müzik ve bir de  havaya kaldırılan kadehte uzolar.. Gecenin sessizliğinde müzik  sesini bozmadan yürüyorken birisi sesleniyor, ne dediğini anlamasak da el hareketiyle anlatmaya çalışıyor; ”Gelin içeri”. Bizi de eğlencenin bir parçası olmaya davet ediyor, hemen kabul edip, ilişiyoruz sandalyelere… Ortada bir delikanlı lavta çalıyor, bizim uda benziyor, dinleyenlerde şarkılarla eşlik ediyor.  Aman aman istesek olmaz böyle bir ortam, yarım saatin sonunda yan masadan gelen bir bey kendini tanıtıyor. Yarım yamalak öğrendiği Türkçesiyle;  ”Yaşamak ne güzel şey” diyerek tekrarlayıp bizi kucaklıyor. Dostane sahneler gecemizi ve gündüzlerimizi farklı anlamlandırıyor. Ada küçük, her yerde karşılaşıyoruz ve adanın sakini gibi her yerde selamlaşıyoruz.

 

20141007_185453

 

Ertesi gün yeniden adanın kuzey yarısındaki plajlara gidiyoruz, oradakileri daha çok beğendik. Skala ya 3 km. uzaklıktaki Agriolivadi plajı tıpkı geçen günler gibi aynı ritimde deniz sakin, sığ ve tenha…

O plaj senin bu yollar bizim derken altı günü bitiriyoruz. Patmos’dan ayrılma günü gelip çatıyor. Dodekanissos Seaway ın katamaranı yanaşıyor limana. Bekleyen kadar  inenler de var. iki katlı feribota yerleşiyoruz, bavullar yine iniş yerlerine göre istifleniyor.

Üç saate yakın süren yolculuğumuzda yine Leros ve Kalymnos’a uğruyor ve biraz çalkantılı bir yolculukla Kos Limanı’na demir atıyoruz. Ruhum arınmış, aklım Patmos’ta kalarak…

 

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz