Gaziantep’e gitmek için birkaç neden;
Kültür,
Tarih,
Eğlence,
Yemek, yemek, yine yemek…
Sizi bilmem ama bizi hepsi çekti. Yola çıktığımız andan itibaren aynı rotanın bir parçası olduğumuz yolcuların genelinin niyeti yemek olsa da bizim gibi azınlığın önceliği de tarih ve kültürel değerlerdi… Bu nedenle burada öyle çok yemek muhabbetine girilmezse şaşırmayın. Araya da azda olsa gurmelik bir şeyler karıştıracağız merak etmeyin !
Geldik, gördük, yedik, içtik ve döndük. Geriye neler mi kaldı? Hadi bakalım başlayalım o zaman;
Hikayemize geceden yolculukla başlıyoruz. Sabah ilk uçakla gelmek de var ama yorgun dolaşmak istemediğimizden cumadan gelmeyi tercih ediyoruz. Konaklayacağımız otel hemen kaleye yakın eski bir konaktan butik otele dönüşmüş, Rahmi Bey Konağı. Meşhur Bey Mahalesi’nin hemen girişinde yer alıyor. Çok değişik bir mimariye sahip, büyük bir ahşap kapıdan içeriye avluya giriliyor. Odalarda binanın her alanında yer alan bölümlerden oluşuyor. Kahvaltısız sadece konaklamalı yer seçiyoruz çünkü bu şehrin bize sunduğu lezzetlerden de bolca yararlanmak istiyoruz. Merkeze de yakın olunca her yere rahatça yürüyerek ulaşıyoruz. Bey Mahallesi’nde yer alınca da bir taşla iki kuş misali mahalleyi de dolaşmış oluyoruz.
Sabahın erken saatlerinde buraların meşhur Beyran Çorbası içilse de biz bir adım öne geçerek katmeri tercih ediyoruz. Katmeri yiyeceğimiz yere, Zekeriye Usta’ya doğru koşuyoruz. Tek koşan biz değilmişiz tabi, bizden önce gelenlerle her yer dolmuş bile. Daracık sokağın minicik birkaç dükkanına yayılmış Zekeriya Usta. Katmerin büyüklüğünü görünce mide fesadı da geçirmemek niyetiyle arkadaşımla bir tane isteyip paylaşıyoruz. Yanında sunulan sütte ayrı bir tatla damağımızda dolaşıyor.
Gelelim katmere; arkasını gösterecek kadar incecik baklava yufkasının içine kaymak sürülüp üstüne serpiştirilen çekilmiş Antep fıstığı, şeker ve tere yağla buluşturulup fırında kısa süre pişirilerek yanında sütle sunuluyor. Kalorimizi aldık artık yollardayız, adım adım şehrin tarihi dokusunu keşfe çıkıyoruz. İlk hedefimiz kale…
Kale eski Antep’in merkezinde yer alıyor. Yapılış öyküsü Roma Dönemi’ne kadar uzansa da bugünkü biçimini “Kaleler Mimarı” olarak da adlandırılan Bizans İmparatoru Justinyanus döneminde MS. VI. yüzyılda almış. Kale’ye çıkarken Kale’nin ve İstiklal Harbi’nin izlerini sürdüğümüz Panorama Müzesi’nin içinden geçiliyor. Panorama Müzesi olarak ayrılan bölümde Kurtuluş Savaşı’nı anlatan resimler, maketler ve heykellerin oluşturduğu galeri yer alıyor. Bir taşla iki kuş misali aynı anda iki önemli tarihi mekanı gezerek ayrılıyoruz. Kalenin hemen karşısındaki güzel bir mimari yapı olan ve aynı zamanda otel olarak da hizmet veren Hışva Han şahane bir otel restorana dönüşmüş. Bayıldık buraya. İlk kahvelik molamızı burada veriyoruz. Kalmasak da havasını koklamak, iyi geliyor. Hemen yanındaki ara sokağa dönünce Hamam Müzesi’ne giriyoruz. Antep tarihi, yemekleri ve aynı zamanda hamamlarıyla ünlü. Müzeyi dolaşmaya başlıyoruz.
Hamam Müzesi’nde, Osmanlı hamam mimarisi ve kültürünün en güzel örneklerinden birini dolaşıyoruz. Zamanında Lala Mustafa Paşa tarafından yaptırılan külliyenin hamam bölümü olarak hizmet vermiş olan yapı 1577 yılında yapıldığı biliniyor. Paşa Hamamı olarak uzun yıllar hizmet veren yapı, Gaziantep Büyükşehir Belediyesi tarafından 2015 yılında restorasyonu tamamlanarak Gaziantep hamam kültürünün yaşatıldığı bir müze haline dönüştürülmüş. Tamamen aslına sadık kalarak teşhir edilen hamamda; soğukluk, ılıklık, sıcaklık bölümleri, Halûk Perk koleksiyonundan hamam araç ve gereçleri, hamam adetleri, balmumu heykelleri ve maketlerle o dönemin hamam kültürü canlandırılıyor. Müze de geçirilen zamanın ardından canımız yeniden kahve çekiyor. Bu sefer ünlü tarihi mekana Tahmis Kahvesi’ne doğru Antep’in eski ara sokaklarında ilerliyoruz.
Tahmis Kahvesi, 1635 ’ten beri süre gelen keyifle kahve içilen iki katlı bir tarihi yapı. Türkmen Ağası ve Sancak Beyi Mustafa Ağa Bin Yusuf tarafından, Mevlevihane Tekkesi’ne gelir getirmesi amacıyla 1635-1638 arasında yaptırılmış. Tahmis, “kahvenin dövüldüğü yer” anlamına geliyor. Eski zamanlarda kahve, cevizden yapılan büyük dibeklerde, karataş ya da aynı ağaçtan imal edilen aletlerle dövülürmüş. Günümüzde hala kahve kültürünün devam ettiği Tahmis Kahvesi, eski binasının karşısına açılan ek binasıyla daha fazla kişiye hizmet vermeye çalışsa da eski binasıyla eski dokusuyla kalmasını yeğlerdim. ( minik bir eleştiri de bulunmadan geçmeyelim!). Tarihi yapısında iğne atsan yere düşmez misali, yer olmayınca karşıdaki açık alanda kahvemizi yudumlarken Tahmis’in olmazsa olmazı çalgıcıları da yanımızda hemen bitiyor. Burada nereye girerseniz girin muhakkak bir çalgıcıya rastlıyorsunuz. Bahşişleri hemen hazılayın!
Tahmis’te içilen kahvenin ardından yeniden eski dar sokaklardayız. Bu sefer yönümüzü hanlara dönüyoruz. Antep, hanlarıyla zengin bir şehir. Ne ararsan bulacağın yerler de hanlar. Özellikle Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinin ticari hayatının en yoğun geçtiği yerler, hayatın bir parçası olan hanlar hala aktif olarak ayakta hizmete devam ediyorlar.
Geçmişte Gaziantep’te 31 tane han varmış, farklı nedenlerle bir kısmı yıkılıp zarar görmüş günümüze ulaşan hanlar ise şöyle: Şıra Hanı, Tuz Hanı, Emir Ali Hanı, Anadolu Hanı, Kürkçü Hanı, Belediye Hanı, Elbeyli Hanı, Yeni Yüzükçü Hanı, Tütün Hanı, Hacı Ömer Hanı, Millet Hanı ve Yeni Hanı diye sıralanıyor. Buraya kadar gelmişken birbirinin içinde devamı niteliğinde hanlara uğramadan dönmüyoruz. Özellikle de Millet Hanı’nda her gün saat 14.00’de baklava yapımı ziyaretçilere açık olarak yapılıyor. Bakırcılar Çarşısındaki Tütün Hanı da oldukça otantik yapıya sahip, sıcak yeni demlenmiş çay isteğimiz depreşince, bir mola da burada veriyoruz. Hava da güzel olunca avludaki kalabalığın arasına karışarak, bir mindere ilişip, keyifle yudumluyoruz.
Hanlara devam ederken etrafa mis gibi kahve kokusu yayılıyor. Mağara gibi bir yerin girişinde közde kahve yapılıyor. Bir kahvelik keyif vakti ilan ederek içeriye doğru ilerliyoruz. Burası Kaleoğlu Mağarası, kahve, keyif yerine dönüşmüş geniş bir mekan, mekandan çok mağara. İçeride çalgıcılar yine karşımıza çıkıyor. Güzel klarnetli, darbukalı müzik ziyafetiyle kahvelerimizi yudumluyoruz.
Bu kadar mekan kahve çaydan sonra sıra yemeğe geliyor. Ünlü yerlerden birini Halil Usta’yı seçiyoruz. Geçen gelişimde İmam Çağdaş’ta yemiştik. Orası oldukça popüler ve kalabalık. Daha sakin mahalle arası yer aradık. Halil Usta’yı seçtik. Yöreye ait ne varsa kebap tarzında karışık ortaya istiyoruz. Yemeklerin yanında olmazsa olmazı yöresel salatalar, acılı ezmeler, tatlılarla, açık ayranlı mide bayramı yaparak yollara düşüyoruz. Eski sokaklarda ilerleyerek Şirehan’a geliyoruz. Artık eski han güzel bir otele dönüşmüş. İçeriye girince, mimari olarak aklımızı başımızdan alıyor. Niye burada kalmadık, diye de bir iç geçiriyoruz. Eski dokudan biraz uzakta olunca önceliği merkeze verdiğimizden Rahmi Bey Konağı’nda kalıyoruz. Ancak burası bizi büyülüyor. Tekrar gelmek niyetiyle burada kalmayı hayal ederek otelimize doğru ilerliyoruz. Gece Bayazhan ‘da eğlence var!
Otel, Bayazhan’a bayağı uzakta bu nedenle yoldan çevirdiğimiz taksiyle gidiyoruz. Taksici oldukça samimi davranınca ertesi günkü planlarımızı tamamen değiştirerek gezimize ortak ediyoruz. Bayazhan , bir tütün tüccarı olan Bayaz Ahmed Ağa tarafından ortağı ile birlikte, Halepli mimar ve taş ustalarına yaptırılan bina 1904-1909 yılları arasında tamamlanmış. Zamanında ticaretin merkezi ve konaklama amaçlı hizmet veren han, Birinci Dünya Savaşı sonrası İngilizler, Antep’i işgal ettiklerinde burayı karargâh olarak kullanmış. Hatta hanın bir bölümü Antep savunmasında hapishane olarak da kullanılmış. Gaziantep’te ilk sinema filmi Bayazhan’ın büyük salonunda gösterilmiş. Bayaz Ahmed Ağa ‘nın 1919 yılında vefatından sonra Han’ın yarısı ailesine verilmiş, diğer yarısı ise uzun yıllar Tekel Baş Müdürlüğü tarafından kullanılmış. 05.05.2005 tarihinde Gaziantep Büyükşehir Belediyesi tarafından başlatılan restorasyon çalışmaları 2009 yılına kadar sürmüş. Günümüzde üst katı Gaziantep Kent Müzesi haline dönüştürülen Bayazhan’ın alt katı ise yaklaşık 6 ay süren bir çalışma sonucunda bir turizm merkezine dönüştürülmüş. Bugün handa işletilen 280 kişilik Restaurant, 140 kişilik Pub, 120 kişilik Meyhane, 900 metrekarelik ortak kullanım alanı bulunan Avlu, 15 kişilik Asma Toplantı ve 50 kişilik Begonvil Toplantı Salonu, Baklava Salonu, Çocuk Oyun Evi, 300 araç kapasiteli otoparkıyla hizmet veriyor. Biten günün gecesini burada yöresel tatlar eşliğinde müzikle eğlenerek tamamlıyoruz.
Ertesi gün kahvaltı yerimiz tostçu Erol, otelimize de oldukça yakın. Küçük bir mekanda hizmet veriyor. Tek koşan biz değilmişiz gelince anlıyoruz, içerisi bayağı kalabalık. Tostlar oldukça büyük bu nedenle iki kişiye bir tost söylüyoruz. Yanında çaylarla nefis kahvaltımızı yapıp, yola çıkıyoruz. Geceden anlaştığımız bugünkü gezimize rastlantısal olarak dahil olan kaptan Mehmet’le önce gezemediğimiz Arkeoloji Müzesi’ni ve en önemlisi Zeugma Mozaik Müzesi’ne doğru gidiyoruz. İki müze de birbirine yakın mesafede ve zamanımızın çoğunu Zeugma’ya ayırıyoruz. Zeugma’nın büyüsü hala üzerimizdeyken yol bizi Halfeti’ye sürüklüyor. Bir buçuk saat hiç mola vermeden gidiyoruz. Yaklaştığımızı hissettiğimiz anda yolun kenarında aracımız duruyor. İlk fotoğraflık yer burasıymış, Mehmet heyecanla anlatıyor, bizi yamacın kıyısındaki kayanın üzerine doğru sürüklüyor. Manzara nefis karşımız Rumkale. Önümüze serili manzarayı seyrederken bir yandan da fotoğraflarımıza yeni kareler ekliyoruz.
Güzel manzaraya karşı yavaş yavaş aşağıya doğru süzülüyoruz. Kıyıdaki teknelerden biriyle anlaşarak yola çıkıyor, Fırat’ın yuttuğu gizemli tarihe doğru yol alıyoruz. Halfeti’deyiz, daha önce çok defa dolaştım ama hiç Rumkale’den çıkmamıştım. İlk molamız Savaşan Köyü, bir çardakta verilen bir çaylık mola. Karşımızda ünlü batık minare ve Savaşan ‘dan geriye kalan hayata dair sessizlik. Hüzünlü bir an!
Tekrar tekneyle ilerliyoruz. Bu sefer kalabalığın tam ortası Halfeti’deyiz. Gezip, dolaşıp, kıyıdaki teknelerden birinde karnımızı da doyurunca dönüyoruz. Son bir kez meşhur tatlıları tadıp, geriye kalan zamanı da yöreye dair ürünlere yöneliyor, alışverişimizi tamamlıyoruz. Damağımızda dolaşan güzel lezzetiyle, kahveler, keyif, eğlencesi, geriye kalan anlatacak bir çok hikayeyle Gaziantep’e veda ediyoruz.
Geziye dair diğer anılarımız;
Yazınızı okuduktan sonra sırf yemek için dahi gidebilirim. Yine harika yazmışsınız hocam. Ellerinize sağlık. Devamını bekliyoruz.
Yemek gitmek için ilk tercih her zaman 🙂 Beğenmene sevindim Serdar, çok teşekkürler…