Napoli gezimizin ikinci gününde önceden planladığımız gibi geçmişin izlerini sürme hevesiyle tarihi sokaklarda dolaşmaya başlıyoruz.
Burnumuzu Castel Nuovo’ya çeviriyoruz. Burası kaldığımız yere çok yakın. Castel Nuovo (Maschio Angioino olarak da biliniyor), kralların ve Napoli valilerinin ikamet ettiği bir kale. Tarih boyunca çeşitli uygarlıkların yöneticilerine de ev sahipliği yapmış. Her gelen zamana uyacak şekilde eklemeler yaparak günümüzdeki mimariyi oluşturmuş.
Belli saatler arasında açık olan kalenin bazı bölümleri geziliyor. İçeriye girmek için bilet almak gerekiyor. Kalede, Armory Salonu, güney avlu, Charles Salonu ve Sala della Locası ziyaretçilere açık olan bölümler.
Günümüzde sergi ve çeşitli sanat etkinlikleri de burada yapılıyor. Napoli’ye gelmişken uğramadan geçmeyin. (Giriş ücretli 6 Euro)
UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne dahil edilen tarihi bölge Historic Centre of Naples olarak biliniyor. Bizde gezimize kaleden sonra buradan yani tarihi bölgeyi gezerek devam ediyoruz.
Santa Chiara Manastırı, hiç planımızda yokken karşımıza çıkan, etkisiyle bizi önce bahçesine sonra da içeriye çekiyor, bir anda kendimizi müzeyi dolaşırken buluyoruz. Bazen böyle hoş keşifler farklı zenginlikler sunarken şehrin tarihine başka açıdan bakmamızı sağlıyor. Kısaca bizim için oldukça hoş bir sürpriz oluyor. Öncelikle bahçesi çok güzel. Bin bir gece masallarındaki gibi kemer ve sütunlarla çevrili. Sütunların üzeri ise Rönesans dönemine ait seramiklerle süslü. Hiçbir yeri gezme sadece burada dolaşmak bile ilgi çekici. (Bu arada gezimiz süresince girdiğimiz tarihi mekanlarda çekim yapıldığını gördük. Hemen her yerde yoğun bir şekildeydi. Fotoğraflarda görüldüğü gibi…)
Burası bir manastır, günümüzde ise müze olarak işlevini sürdürüyor. Manastırın avlusunda kısa bir yürüyüşün ardından müzeyi geziyoruz. Müzede kilisenin orijinal kalıntıları, dini eserlerin yanında 1. ve 4. yüzyıla ait birçok arkeolojik kalıntıyı da inceleme fırsatını yakalıyoruz.
Şehrin en turistik bölgesi daha önce de bahsettiğim gibi Historic Centre of Naples olarak da bilinen tarihi bölgenin sokaklarını adımlamaya başlıyoruz. Labirent sokaklarında haritayı okumak, gideceğin yere ulaşmak biraz zor olsa da hedefimize birer birer ulaşıyoruz.
Santa Chiara Manastırı’ndan çıkınca hemen karşısında yer alan katedrali de gezerek, dar sokaklarında ilerliyoruz. Bir özel müze olan Cappella Sansevero’ ya doğru devam ediyoruz. Ara sokaktaki müzeye yan binada yer alan gişeden biletimizi alıyor, Cappella Sansevero’ya giriyoruz. İki bölümden oluşan müzenin içinde fotoğraf çekmek yasak. Her adım başı görevli var. Burası, Napoli ziyaretlerinin önemli mekanlarından biri aynı zamanda. ‘’İlla görmek gerekir mi?’’ sorularını duyar gibiyim. Bu müzedeki heykellerin üzerindeki mermerden yontulan kumaş ve tül figürleri mükemmel aksettirilmiş. Heykellere merakınız varsa ve özellikle üzerindeki tüle kadar şahane işlemeyle gerçekmiş hissi veren bir güzellikteyse, evet görmelisiniz derim. Burası 1590 yılında açılmış. Özellikle ‘İsa’nın Peçesi’ adlı heykeli görmeyi unutmayın. (Sadece 7 Euro’ya bu müzeyi keşfedebilirsiniz.)
Tarihi bölge küçük bir alana yayılmış gibi görünse de her adım başı müze, kilise, şapel, yüzyıllık binalar, meydanlar, heykeller, binalar arasındaki iplere dizili çamaşırlar birer birer başımızı döndürüyor. Dar sokaklarında dolaşırken etrafta biriken çöpler hemen dikkatimizi çekiyor. Belediye ile mafya arasında süren çatışmanın sonucu bu görüntü kirliliğini oluşturuyor. Napoli diğer İtalya şehirlerinden biraz farklı. Burada mafyanın etkisi oldukça fazla. Güvenlik açısından da zayıf bir şehir. Hatta gelmeden önce şehre dair ”aman dikkat edin !” yazılarını çokça okuduk. Her büyük şehirde nasıl dolaşıyorsak burada da öyle dolaşıyoruz. Tabi tedbiri elden bırakmıyoruz. Genelde Garibaldi İstasyonu’nun çevresi biraz riskli. Akşam, geç saatlerde oldukça tehlikeliymiş. Neyse biz herhangi bir sorun yaşamıyoruz, şehrimizde nasıl dolaşıyorsak aynı rahatlıkta geziyoruz.
Bir şehrin geçmişini okumanın en güzel yolu müzeden geçiyor. Napoli’de her adım başı müze olsa da bizi en çok etkileyen Napoli Arkeoloji Müzesi oluyor. Dünyanın en ünlü Arkeoloji müzelerinden biri . Müze 3 kattan oluşuyor. Daha önce de söylediğim gibi Pompei ve Herculaneum şehirlerine ait freskler, mozaikler, heykeller, değerli eşyalar ve birçok eser burada sergileniyor. Yaklaşık üç saatimiz burada geçiyor ve yetmiyor. ( Giriş ücreti : 17 Euro)
Görmeyi düşlediğimiz Castel S. Elmo’ya gitmek için önce metroya biniyor, Montesanto’da iniyoruz. İnenlerin çoğu fünikülere yöneliyor. Biz de peşlerine takılıyoruz. Kaleye fünikülerle çıkıyoruz. Gün daha bitmemiş saat 4 ‘e gelirken bilet gişesindeki beyefendi kapandığını söylüyor. Oysa beşe kadar açık olduğunu biliyorduk. Biraz hüsranla önümüze serili Napoli’yi bir tepeden seyredebilmenin heyecanıyla seyir terasına doğru ilerliyoruz. Uzun bir süre şehri seyredip, dar sokaklarında yürüyoruz.
Piazza del Plebiscito, günümüzde açık hava konser alanı olarak kullanılan meydanda biraz dinleniyoruz. Burada Elton John, Maroon 5 ve Muse gibi isimler konser vermiş. Napoli’nin en büyük meydanı olan Piazza del Plebiscito adeta küçük bir Vatikan tadında. Meydanda bulunan San Francesco di Paola kilisesi buranın en belirgin simgesi. Şehrin en önemli yapılarından Royal Palace’da bu meydanda bulunuyor. Bir kahve molasının ardından günümüzü tamamlıyoruz.
Napoli’den geriye kalanlar;
Buradakiler çok fazla İngilizce bilmiyor ama size yardımcı olmak için ellerinden geleni yapıyorlar. Tıpkı bizim gibi yardımseverler. Sonrası tamamen sizin keyfinize kalıyor… Şehrinizde nasıl dolaşıyorsanız burada da öyle dolaşıyorsunuz. ‘’Güvenli değil’’ laflarına kulaklarınızı tıkayın!
Şehirde oldukça yoğun bir trafik var. Şehri adım adım dolaşmanın keyfini de yaşarken uzak mesafelerde ise metroyu tercih ediyoruz.
Yeme içme çok ucuz. Özellikle sokak satıcılarının sattığı yiyecekler oldukça çekici ve lezzetli. Aynı zamanda pizzanın ana vatanı burası. En güzel pizzayı da burada yiyorsunuz. Bir yerden bir yere ya metroyla ya da yürüyerek gidebiliyorsunuz. Bana göre şehrin en güzel caddesi Via Toledo. Albenisi yüksek mağazalarla çevrili. Etrafta dolaşmak bir kafede oturup kahve içmek oldukça keyifli.
Bizim nazar boncuğumuz nasıl meşhursa burada da acı biberler pek bir meşhur. Hemen alıyoruz. Hem bereket hem bolluk getiriyormuş.
Gezilecek yerler çok, vaktimizin yetmediği ama aklımızın kaldığı yerler de oldu. Özellikle yeraltı şehirlerini görmek isterdim. Bir dahaki gelişe artık.
Vaktiniz olursa gezi listenize ; San Carlo Tiyatrosu (Teatro di San Carlo), Botanik Parkı (Botanical Garden of Naples), Orto Botanica, Via Toledo, Capri Adası, Caserta Sarayı (Palace of Caserta), Centro Storico, Galleria Umberto I, Liman (Port of Naples), Piazza del Mercato, Posillipo Archaeological Park, San Domenico Maggiore ve San Gregorio Armeno Caddesi’ni de ekleyin.
Napoli’ye yazın dışında her mevsimde gelinir. Yazın oldukça sıcak ve çok kalabalık oluyormuş. Şehre ulaşımda çok kolay. Thy’nın direk uçuş seferleri olurken, Roma’ya uçup buraya tren veya otobüsle de gelebillirsiniz. Aklınıza takılan ulaşıma dair her şey burada, okumadan, tıklamadan geçmeyin.
Harika bir yazı olmuş. Kaleminize sağlık
Çok teşekkürler:)