Amsterdam denlince özgürlük, tarih, doğa, lale, binalar, kanallar, tekneler, bisikletliler, uyuşturucu, seks vb. gibi sayılacak birçok şey akla geliyor. Aynı zamanda Amsterdam için Hollanda’nın turisti çeken en güzel şehri de diyebiliriz.
Ulaşım için Türkiye’den THY İstanbul, İzmir, Ankara, Adana ve Antalya’dan direk uçarken; Pegasus ve KLM Havayollarının İstanbul’dan direk uçuşları bulunmaktadır. Bizde ulaşımı daha uygun maliyetle yapabilmek için önceden havayolu şirketlerinin promosyon bilet uygulamasını takip ederek birçok seçeneğin sunulduğu uçak bileti sitelerinden uygun fiyata biletimizi alıyoruz. Uygun bilet fiyatlarını buradan bulabilirsiniz. Günde birkaç sefer uçuşun düzenlendiği şehirde, en büyük havaalanı Schiphol’dir. Havaalanına geldiğinizde her şey rahatınız için düzenli olarak ilerliyor. Havaalanı’ndan şehir merkezine ulaşım içinde birçok seçenek bulunuyor. En kolay trenle ulaşım. Yaklaşık 15 Euro’luk bir ücretle şehrin göbeğinde yer alan merkez istasyona ulaşabiliyorsunuz. Havaalanı’ndan çıkınca birçok otelin belli saat aralıklarında kalkan ücretli servis araçları varken, otobüs, ticari taksi de diğer seçenekler arasında yer alıyor.
Konaklama açısından Old Town bölgesinde çok fazla turisti barındıracak otel seçeneği bulunmadığı için önceden rezervasyon yapmakta fayda var. Biz şehir merkezine biraz uzakta yer alan Mercure Hotel’i tercih ettik. Merkezde bulduğumuz oteller daha yüksek fiyatta ve donanım bakımından daha düşüktü. Birazda rezervasyon için geç kalmıştık. Otelimiz kaldığımız sürece oldukça rahat ettiğimiz yerlerden biriydi. Metro istasyonuna yakın oluşu da bizim için avantajdı. Önceden rezervasyon yaparsanız Old Town bölgesinde daha uygun ve ekonomik oteller de bulabilirsiniz. Dediğim gibi biz bu konuda işlerin yoğunluğundan biraz geç kalmıştık.
Şehir içi ulaşım araçları genelde tramvay ya da bisiklet. Evet her adım başı park edilmiş bisikletleri göreceksiniz. Şehirde yayalardan çok bisikletlilere daha önem verilmiş gibi. Kaldırımlar dar ancak bisiklet yolları daha geniş tutulmuş. Bisikleti tercih etmeyenler için ise tramvaylar devrede. Tramvaylar için günlük veya daha uzun süreli tercihinize göre alınan biletle günün her vakti her yöne indi bindi yapabiliyorsunuz. Geneli bayanların çalıştığı tramvaylar bizim de tercihimizdi. Kısa süreli de olsa çiseleyen yağmurdan kaçış, çevreyi keyifle seyrederek yolculuk yapma sebebimiz oldu.
Müzeler şehirde gezilecek yerler listesinde en baştaki sırayı alıyor. Şehirde önemli birçok müze var. En önemlileri arasında Rijk Müzesi, Van Gogh, Stedelijk Müzesi, Anne Frank Müzesi geliyor. Şehri kültürel anlamda yaşamaya gelenler hepsini gezme fırsatı buluyor. Bizim gibi iki güne sığdırılmış programla birini tercih edebiliyorsunuz. Tercihimizi Rijk Müzesi’nden yana kullandık. Yeterli zamanımız olsaydı Van Gogh Müzesi’ni de gezerdik. Aklımızda kalmadı değil. Hava koşullarına aldırmadan uzun kuyrukta yer alan ziyaretçileri görünce biraz buruklaşıp, zamanın yetersizliğine hayıflanarak önünden geçtik. Emeklilikte uzun zamanı birçok şehre ayıracağız, diyerek kısa süreli de olsa gönlümüzü hoş tutuyoruz.
Rijk Müzesi diğer müzeler gibi aynı alanda Museumplein denilen yerde yer alıyor. Üç kattan oluşan müze günün her saati oldukça kalabalık. Girişte kesinlikle küçük kol çantasının dışında hiçbir şeyi müzeye sokamıyorsunuz. Müzenin girişinde yer alan emanet bölümündeki görevliye teslim edip numara alıyorsunuz. Ücretsiz sunulan hizmetle rahat rahat müzeyi dolaşıyorsunuz. Giriş katından itibaren üç kattan oluşan müze de eserler yapıldığı döneme göre kronolojik sıra ile sergileniyor. Zamanın çoğunu burada geçirip, sergilenen eserler karşısında hayran kalarak dolaşıyoruz. En üst kat oldukça etkileyici, çoğunluğu yakın zamana ait yağlı boya tabloların sergilendiği kısımda rehberli grup turlarını da rastlarken bazen yere oturmuş eğitmen eşliğinde miniklerin tablo eğitimine de tanıklık yapıyoruz. Bizdeki müze eğitim atölyeleri burada da mevcut. Bazen aralara serpiştirilmiş Van Gogh’un eserlerine de rastlayabiliyorsunuz, müzeye gidemeyen bizler için kısa süreli mutluluk nedeni oluyor. Müze giriş ücreti ise 18 Euro.
Van Gogh Müzesi’nde sanatçının yaklaşık 200 eseri yer alırken, giriş ücreti 15 Euro.
Anne Frank Müzesi’nde 2. Dünya Savaşı sırasında saklandığı evde tuttuğu günlüğüyle döneme tanıklık eden Anne Frank’ın günlüğünden alıntılar, tarihi belgeler, fotoğraflar ve film kareleri yer alıyor. Müzede ayrıca yaşadığı evde saklanan ve onlara yardım eden insanlara ait eşyalarda sergileniyor.
Heineken Experience şehre ve Hollanda’ya damgasını vurmuş biranın üretildiği yer. Museumplein’den doğuya doğru ilerlediğinizde Leidseplein Meydanı’na yakın cadde üstünde karşınıza çıkıyor. Hem üretimin yapıldığı hem de ziyaretçilere açık olan binaya giriş 20 Euro.
Maddame Tussauds, Londra’dan sonra ikinci büyük balmumu müzesi. Balmumu heykel görmek isteyenler için etkileyici olsa da benim favorim Eskişehir Balmumu Müzesi.
Kanal Turu ise şehirde yapılacak etkinliklerden ikincisi. Kanal turu için hem fiyat hem de rota bakımından en uygun yer Amstredam Music Theatre’nın yanında yer alan City Hall’un önünden kalkan tekneler. 10 Euro’ya bir saatlik güzel bir Amsterdam turu yapma olanağı buluyorsunuz. Yaklaşık bir saati aşan turda Old Town Bölgesini dolaşarak göremediğiniz, şehrin gizemli köşelerini de keşfetmiş oluyorsunuz.
Royal Palace ( bizdeki alış veriş merkezi) alış veriş tutkunları için ünlü mağazaların yer aldığı, yorulunca bir kahve molası verilecek yerlerden. Ancak onlar kadar büyük değil. Bizim gibi çok fazla alışveriş düşkünlüğünüz yoksa içerinin mimari güzelliğini seyredebilirsiniz.
Vleminckx, 1887’den beri hizmet veren Friesk patatesin merkezi de diyeceğimiz yeri Dam Meydanı’nda gezerken tamamen tesadüfi bulduk. Üç farklı boy küllahta sunulan patateslerin Small’u bile oldukça doyurucu. 1.35 Euro ile 3 Euro arasında fiyatları değişiyor. Yanında bira da olsun derseniz karşısındaki kafeye girin ve kendinize bir bira söyleyip, patateslerinizi de afiyetle yiyin. Dam Meydanı’ndan, Damstrar’tan, Oude Hoogstraat’ doğru giderken ara sokakta yer alıyor. Uzun kuyruğu görünce hemen geldiğinizi anlayacaksınız.
Dam Meydanı herkesin ilgili olduğu, toplandığı, buluştuğu hatta bu şehre adını veren, şehri şehir yapan meydan. Amstel nehrinin etrafına yayılan bir güzellikle, Dam’ın buluşup bugün Amsterdam adını aldığı yerde burası.
Rembrandt Meydanı, ortada heykeli yükselen ünlü ressam Rembrandt’ın adını alan meydan günün her saati oldukça kalabalık. Rembrant’ın heykelinin etrafında yer alan askerlerin arasına karışıp fotoğraf çektirmekte oldukça eğlenceli. Yanında yer alan el yapımı ürünlerin sergilendiği panayırı dolaşabilir ya da üzerinize sinen yorgunluğu atmak için hemen yanına dizili kafelere çöküp gençlerin arasında müzik ve cıvıltılarla günü tamamlayabilirsiniz.
Red Light, Amsterdam’ın en çok turist çeken bölgesi desem umarım sizi şaşırtmamış olurum. Hollanda uyuşturucu ve keyif verici maddelerin legal olduğu ya da başka deyişle göz yumulduğu bir ülke aynı zamanda. Turistik açıdan bakıldığında en fazla kullanılan yerde Amsterdam. Resmi olarak yasal olmasa da en rahat belli ölçüde kullanılan yerde Red light bölgesi. Bu nedenle; ‘’milyonlarca turisti çeken bölgede’’ diyebiliriz. Şehre ziyaretçilerin çoğu sırf bu amaçla geliyor. Bizim çok ilgimizi çekmese de uyuşturucunun dışında seks turizminin de açıktan yapıldığı yer. Ara sokaklarda dolaşırken günün her saatinde vitrinde bu iş için yer alan kişileri gözlemliyorsunuz. En çok karanlığın çöküşüyle birden bire sayılarının çoğalması da sizi şaşırtmasın. Sokaklarda renkli tüllerle dolaşan genç kız ve erkeklerinde bu sokak aralarında dolaşarak, ‘’ bekarlığa veda’’ eğlenceleri de yine burada yapılıyor. Kısaca her türlü turisti mıknatıs gibi içine çeken, şehrin karanlık, gizemli ve bana göre kirli köşesi burası diyebilirim. Şehrin dinginliğinden çıkıp bir anda kaosun içinde girebiliyorsunuz. Unutmadan söyleyeyim bu bölgede fotoğraf çekmek yasak! Aman dikkat edin !
Çiçek Pazarı, şehrin en önemli yerlerinden olmasa da en ünlü noktalarından diyebiliriz. Amsterdam’a kadar gelip de ünlü çiçek pazarını gezmeden olmaz. Yan yana dizili bin bir çeşit lale ve farklı çiçeklerin satıldığı pazarda her keseye göre renk renk lale soğanı bulabiliyorsunuz. Hazır buraya kadar gelmişken almadan dönmek olmaz tabi.
Peynir’leriyle ünlü şehrin sokaklarında dolaşırken yer yer burnunuza mis gibi kokuları ulaşacaktır. Dükkanların önünde gelen geçene tadımlık sunulan birbirinden farklı renk ve lezzette peynirleri tadarak bile nefsinizi köreltiyorsunuz. 10 Euro’dan başlayan fiyatta, çeşitli renk ve lezzette sunulan peynirleri almadan dönmeyin.
Kanallar, şehri şehir yapan unsurlar. Kenarına dizili mimarı zenginliklerde kanalların güzelliğine güzellik katan ayrıntılar. İster tekne, bisiklet, olmadı yaya olarak aralarında dolaştığınızda bir defa değil birçok kere büyüleneceksiniz. Bazen öne çıkmış, hafif yana yatmış binaları görünce de sakın şaşırmayın. E şehir dediğimiz gibi kanallarla çevrili. Binalarda onun süsleri. Birbirinden ayrı güzellikte dizili binalarda gözü yoracak hiçbir aykırılığa rastlayamadık. Sadece binada yaşamayan halk, kanallara da sızarak tekneden evlerde de yaşıyor. Yer yer yaşam alanı olarak karşımıza çıkarken bazen de iş amaçlı da kullanılıyor. En büyüleyici olanı kanallar arasında dolaşmak. Açıkçası ben büyülendim. Sadece bu şehre kanallarında dolaşmak için bile gelinir.
Şehir üzerine anlatacak, yazılacak birçok şey varken; hatta yazılan şiirler bile gezi rehberiniz olabiliyor. Şehre gelin, aşık olun , bir şiirde sizden olsun…