Bazı anlar vardır, yollar sizi çağırır… Hatta havalanıp bir anda yolculuğun içindesiniz… Sizi bilmem ama bana çok defa oldu. İşte böyle bir zamanda yaklaşık otuz kişilik bir gezgin grubunun içinde kendimi buldum…On üç günde sekiz ülkeye yolculuğumuz başladı.
Gezimize gelince ilk durağımız olan Yunanistan’ın kıyı şehri İgoumenitsa’dan Bari’ye gidecek olan feribota bir akşam üstü kalabalık grup; çoluk, çocuk, büyük araçlar, küçük araçlar ne varsa beraber doluyoruz… Gece başlayan Adriyatik yolculuğumuz sabahın ilk ışıklarıyla sona eriyor. Feribotu dolduran bütün yolcular boşalıyor Bari’ye. Aracımızla artık İtalya’da ikinci durağımız Bari’deyiz. Çok fazla zaman kaybetmeden, Roma’ya ulaşma derdindeyiz. Günü yitirmeden uzun ve dolambaçlı yolların geçtiği, köyleri aşarak öğle vakti Roma’ya kavuşuyoruz.
İlk Roma’ya gelişim. Daha önce tarihin derinliklerinde hikayelerle dolaşmama rağmen büyülü bir kuyuya düşmüş gibiyim. Tarih, şehir iç içe kopmamış bizi selamlıyor. Kalacağımız süre az, fazla zaman kaybetmeden Roma’nın göbeğindeki ilk antik kalıntıları gezmeye başlıyoruz. Aracımızı da hemen yakına park ediyoruz. Bizi ilk görkemiyle Kolezyum (İng: Colosseum, İta: Colosseo) ya da Flavian amfi tiyatrosu karşılıyor. Uzun bir kuyruk var…Biletimizi alarak kuyruğun sonunda yer alıyoruz.
Kolezyum, MS 72 yılında İmparator Vespasian tarafından yapılması için emir verilen Roma’da bulunan amfitiyatrodur. Tiyatro, oğlu Titus tarafından 80 yılında tamamlanmış. İsmini bir zamanlar buraya yakın bir yerde bulunan İmparator Nero’dan alıyor. Taş ve demirden inşa edilen Kolezyum, dünyadaki en büyük amfitiyatro, Roma mimari ve mühendisliğinin en önemli eseri olarak kabul ediliyor. Orta Çağ’ın başlarında kullanımı durdurulan yapı, günümüze bir kısmı zarar görmüş olarak ulaşıyor. Depremlerin ve taş çalanların bu zarara neden olduğu da düşünülüyor…
Roma Forum’un hemen doğusunda inşa edilen Kolezyum, 55.000 izleyicinin giriş yapabileceği 80 arklık girişlere sahip. Tiyatro amacı ile kullanıldığı zamanlarda bu izleyiciler yerlerine, sınıf farklarına göre oturuyorlarmış. 188 metre uzunluğu, 156 metre genişliği ile devasa bir yapıda diyebiliriz. Sadece tiyatro oyunları için değil, hayvan dövüşleri, idamlar ve gladyatör mücadeleleri için de kullanılmış. Gladyatör mücadeleleri o günlerde çok popüler olan bir aktivite. Genellikle kölelerden, mahkumlardan ve suçlulardan oluşan gladyatörler arasında oynanan bir kanlı oyun. Gladyatörlerin arasında kadınlar da var!!! Zengin fakir herkesin izlediği bu mücadeleler kimi zaman imparator tarafından da takip ediliyormuş. İçeride o günkü oyunları düşününce hiç bana göre değil. Tarihi heybetli yapıdan uzaklaşarak foruma doğru ilerliyoruz. Çıkışta bizi bir ”Gladyatör” sokak sanatçısı karşılıyor. Turistlerle para karşılığında fotoğraf çektirmekte. Boş vaktinde ise elinde cep telefonuyla ilgileniyor… İki farklı zamanı çağrıştırması açısından komik bir durum. Geçmiş ve şimdi ki zaman ne hoş!
Kolezyum’dan sonra yönümüzü Roma Forumu’na (İng: Roman Forum, İta: Foro Romano) çeviriyoruz. Bu bölge Antik Roma’da şehir merkeziymiş.. MÖ 5. yüzyıldan MS 5. yüzyıla kadar en önemli anıtlar buraya inşa edilmiş. Palatine ve Capitoline Tepeleri arasında bulunuyor. Bugün Roma Forumu, Mussolini tarafından inşa edilen ve arkeolojik alanı ikiye ayıran Via dei Fori Imperiali adı verilen bir yolla ayrılıyor. Roma Forumu’nun sahip olduğu bütün alan içerisindeki tapınaklar, binalar ve anıtlar ile dünyadaki en büyük arkeolojik alanlardan birisi.
Dikdörtgen şeklindeki Roma Forumu, Roma şehir merkezinde etrafında eski idari binaların kalıntılarının bulunduğu bir yer. Ayrıca çok uzun bir süre Roma toplum hayatının merkezi olmuş. Antik Roma sakinleri buraları “Forum Magnum” ya da sadece “Forum” olarak adlandırıyormuş.
Forum içerisinde Settimio Severo Takı, Saturno Tapınağı, Vestali Evi, Mamertine Hapishanesi, Antonio ve Faustina Tapınağı ve Tito Takı gibi eserleri de görebiliyoruz. Hayatımızda edinebileceğimiz en iyi tecrübelerden birisi de burayı gezmek sanırım . Bölgede gezerken kendimi zaman tünelinde gibi hissediyorum.
Antik Roma’nın genişlediği noktada bulunan Roma Forumu, o günlerde ticaret, iş ve adaletin yer aldığı bir yer. Şehrin kalbinin attığı bu noktada dini aktiviteler de yapılıyor. Mimar Vitruvius tarafından inşa edilen forum çok uzun yıllar en önemli toplum olayları için kullanılmış. Zamanla Roma İmparatorluğu’nun güzel anıtlar ve mimari eserleri ile doldurulduğu bir yer olmuş.
Yolculuk üstüne bir de tarihi mekan gezileri bayağı yoruyor. Karnımızda acıktı, hemen en ünlü caddesine doğru ilerliyoruz. Via Veneto ya da Via Vittorio Veneto, Roma’daki ünlü sokaklardan birisi. Sadece ünlü olmasıyla değil bir de pahalılığı ile de biliniyor. İsmini Vittorio Veneto Savaşı’ndan alıyor. I. Dünya Savaşı’ndan sonra bu mücadeleyi hatırlamak için bu isim verilmiş.
19. yüzyılın sonlarında cadde yeniden tasarlanmış. Bu, sokağın 1960 – 1970’lerde daha ünlü olmasını ve cadde boyunca yer alan kafeler ve dükkanlar ile bir merkez haline gelmesini sağlamış. 1980’lerde bir durgunluk yaşayan Via Veneto günümüzde tekrar eski canlılığını yakalamış. Caddede yürürken ünlü mağazalarda alışveriş yapmamak için kendimi zor tutuyorum. Ancak kaliteli ve keyifli anlar yaşamak için öncelik verilecek yerlerden birisi. En ünlü Roma restoranları, şehirdeki en şık gece kulüpleri burada. Ve Roma’nın en güzel otellerinden bazıları da burada.
Via Veneto, ünlü Cafe de Paris ve Harry’s Bar’a ev sahipliği yapıyor. Ayrıca sokağın bu kadar ünlü ve ölümsüz olmasını sağlayan Federico Fellini’nin “La Dolce Vita” filmiymiş. 1960 yapımı klasik film olaylar dizisi cadde çevresinde geçiyor.
Güzel bir Napoli Piazza ve üstüne meşhur yerinden Roma Dondurması yenilince kendimizi Trevi Çeşmesi (İng: Trevi Fountain, İta: Fontana di Trevi) de buluyoruz. Roma’daki en büyük ve en ünlü barok tarzı çeşme. 25.9 metre yüksekliğinde ve 19.8 metre genişliğinde. 1732 yılında Nicola Salvi tarafından tasarlanan çeşme 1762 yılında tamamlanmış. Bu çeşme, Trevi Meydanı’nda bulunuyor. Özellikle bizim gibi gezginler tarafından ”Aşk Çeşmesi” adı ile biliniyor. Ben adını ”Aşk Çeşmesi ” olarak telaffuz ediyorum. Daha etkileyici, kulağa hoş geliyor, değil mi?