Bir Günlük Adanalıyık

1060
0

Bir günlük Adanalıyık…

Bir günde nasıl gidip geldin, diyenler oldu. Şaşıranlar da!

Şaşırmayın anlatayım;

Cumartesi sabah ilk uçakla gidip, son uçakla döndük.

Güne ciğerle başlayıp, araya tatlıları ( taş kadayıf, bici bici) da karıştırıp, kebabı sona saklayıp, üstüne de şırdanı mideye indirip, günü atomla tamamlayarak eve uçarak döndük.

Mide fesadı olduk mu? Hayır!

Tarihi sokaklarda dolaştık,

Taşköprü

Sabancı Camisi

Saat Kulesi

Sinema Müzesi

Atatürk Evi

Bebekli Kilise

Yeni baraj, eski baraj

Sallanan Köprü

Sevgi Adası derken, soluğu Varda Köprüsü’nde aldık.

Yaşar Kemal’e, Orhan Kemal’e, filmlerinden yola çıktığımız Yılmaz Güney’e bir selam çaktık.

Yedik, içtik, geldik…

Artık hepimiz Adanalıyık!

Cumartesi sabahı ilk uçakla gidip, akşam son uçakla döndük.

Kuşluk vakti kalkmak yolda olmak biraz yorucuydu. Kalmalı olmayınca bir çanta yolculuk için yeterliydi. Önceden de check-in yapınca her şey tıkırında gitti. Günlerden cumartesini seçtik çünkü  ertesi günü tamamen dinlenmeye ayırdık. Böylece gezimiz oldukça keyifli oldu…

Adana’ya iner inmez soluğu Ciğerci Memet’te aldık.

Burada sabahları ciğerle güne başlanıyor. Her yerde ciğerci mevcut. Ciğerci de sadece ciğer olmuyor tabi kebapta yapıyorlar. Eski Adana sokaklarında birçok ciğerci sabah mesaisine başlamış bile, sokaklara mis gibi önce kokuları ardından dumanları yayılıyor. Biz ara sokakların birinden diğerine geçip bizim Ciğerci Memet’i arıyoruz. Bulunca da hemen boş masaya çöküyoruz, açlığımıza daha fazla direnemeyerek hızlıca önümüze gelen ciğerleri, pideleri, masada ne varsa silip süpürüyoruz.  Yanında şalgamı da mideye indirince ( Adana’da sadece şalgam içilir. ) gelsin artık çaylar diyerek, gezmeye devam ediyoruz.  

Eski Adana’nın sokaklarını turlayıp, saat kulesinin önünde bilindik gezi fotomuzu çekip Taş Köprü’ye yöneliyoruz. İlerlerken ilk molamızda nerede çay, kahve keyfi yaparız diye etrafa bakınıyoruz. Gezilecek yerler birbirine oldukça yakın olunca her yere yürüyerek ulaşıyoruz.

Dillere destan Taş Köprü’nün kıyısına geliyoruz.

Hava güzel, manzara daha güzel. Gelenin, geçenin, en güzel gün batımı fotolarının ve düğün fotoğraflarının çekildiği doğal platform da burası. Hemen kıyısında yer alan şehrin simgesi ”Adana” yazısının yanında konuşlanıyor şehre ait ilk hatıra pozumuzu veriyoruz sonra köprüyü baştan sona arşınlamak niyetindeyiz. Köprünün bir ucunda Sabancı Cami, diğer tarafında iki ünlü otel yükseliyor. Üstünden de ara sıra geçen motorların arasından kalabalığa karışıyor bir ucundan diğerine arşınlıyor tekrar geriye dönüyoruz.

Buraya kadar gelmişken biraz köprünün tarihine değinelim;

Adana Taş Köprü, Seyhan Nehri üzerinde IV. (385) yüzyılda Roma İmparatoru Hadrianus tarafından yaptırılmış. Yüzyıllarca Avrupa ile Asya arasında önemli bir köprü olurken, Harun Reşit (766-809) köprüyü bazı eklerle Adana Kalesi’ne birleştirmiş. IX. yüzyıl başında Harun Reşit’in oğlu olan VII. Abbasi Halifesi Memun (786-833) tarafından onarılmış. III. Ahmet (1713), Kel Hasan Paşa (1847) ve Adana Valisi Ziya Paşa (1789) tarafından da değişik zamanlarda da onarım görmüş. Farklı zamanlarda yapılan onarımlara dair yazıtlarda yer alıyor.  En son onarım 1949 yılında yapılarak günümüzdeki haliyle gelene geçene hizmet veriyor…

Taş Köprü, 319 metre uzunluğunda ve 13 metre yüksekliğinde olup, günümüzde 21 kemerinden sadece 14’ü ayakta kalmış. Ortadaki büyük kemerde iki aslan kabartması görülürken, Dünya’nın halen kullanılan en eski köprülerden biri olma özelliğini koruyor.

Sinema Müzesiyle ve Atatürk Evi’nde dolaştık

Burası sinemayla özdeşleşmiş bir şehir. Her yıl gelenek haline gelen Altın Koza ödülleri bu şehre, şehrin filme, sanatçıya verdiği önemi arz ediyor. Sinema denilince de akla Yılmaz Güney geliyor. Kimi sever, kimi sevmez orasına karışamam ama biz sevenleri olarak onun filmlerini izleyerek Adana’yı, kültürünü, doğal güzelliklerini görme arzusuyla buralara kadar sürüklendik.

Büyük bir yetenek olan Güney’in, Sinema Müzesi’nde her köşede bir izine rastlıyoruz. Eski bir konakta hizmet veren müzeye ücretsiz giriliyor. İki kattan oluşan yapıda bu şehirde yeşeren sanatçılara başta Yaşar Kemal’e ve diğer Adanalı sanatçılara da yer verilmiş. Müzede film afişleriyle, Adana’nın sanatla yoğurulmuş çocukları da yer alıyor. Müzeden çıkınca hemen yanında yer alan Atatürk Evi’ne de uğruyoruz.

İki kattan oluşan müzenin alt katında Çalışma Odaları, Kütüphane, Sofa, Yatak Odası, Basın Odası ve mücahitler Odası yer alırken, üst katında ise Hatay Odası, Silah Odası, Yaver Odası ve Kuvay-i Milliye Odası bulunuyor. Müze, Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyetin ilk yıllarına dair çeşitli belgeler ve fotoğraflarla o dönemi yansıtıyor. Atatürk’ün Adana’ya geliş tarihi olan 15 Mart’ta her yıl bu binada resmi törenle kutlanıyormuş.

Bir kahvelik mola ve yanında yöresel tatlılar

Sabahın ayazından beri yollarda olunca bir kahvelik mola vakti geliyor. Daha önce gözümüze kestirdiğimiz yere saat kulesinin etrafındaki kafelerden birine çöküyoruz. Etrafta güzel parklar, yöresel kıyafetleriyle çimlere uzanmış keyif yapan amcalar yer alıyor. Bizim keyfimiz sadece bir kahvelik sonrası keşif dolu saatlere ayrılmış.

Kahve keyfi bitince buraya özel taş kadayıfı tadalım diyerek şehrin işlek caddesinde ilerliyoruz.

Meşhur tatlıcılar ve kadın işletmeci şalgamcı da burada Çakmak Sokak’ta. Önce şalgamcıya uğruyoruz. Buraya has el yapımı şalgamı kadın işletmecinin yerinden hemen karşısındaki simitçiden de simiti alıp ikisini mide de buluşturuyoruz.

Bu güzel simit ve şalgamın üstüne ne gider, taş kadayıf tabi ki! Hemen biraz ilerisinde yer alan tatlıcıda soluğu alıyoruz. Hiç sorgulamadan yiyebildiğiniz kadar yiyin sonra ödersiniz diyorlar. Bizde yeter, diyene kadar tıka basa tatlıyla doluyoruz. Hepsinden tadıp en çok taş kadayıfı severek ayrılıyoruz.

Hemen yakında yer alan Bebekli Kilise’ye uğruyoruz.

Bebekli Kilise olarak da bilinen Aziz Pavlus Kilisesi, Tepebağ’da 1880’li yıllarda St. Paul adına yaptırılmış bir İtalyan Katolik kilisesiymiş. Kilisenin tepesinde 2.5 metre boyunda tunçtan yapılmış Meryem Ana heykelinin bebeğe benzemesi nedeniyle yapıya Bebekli Kilise adı verilmiş. Ara mahalle de yer alan kilise belli saat aralıklarında gezilebiliyor.

Sabancı Camisi’ne uğrayıp, mimarisine hayran kalarak ilerliyoruz.

Yol bizi önce Sallanan Köprü’ye, Sevgi Adası’na, Eski ve Yeni Baraja götürüyor.

Kısa aralıklarla çay, kahve, soluklanma molalarının tamamı buralarda veriliyor. Adana denilince ilk akla gelen ‘’bici bici’’yi de burada tadıyoruz. Brrr, biraz dişler donsa da güzel bir tatlı. Madem enerjiyi yüklendik, biraz uzaklara açılalım o zaman…

Varda Köprüsüne ( Alman Köprüsü) doğru

Köprüye gitmek için biraz Adana merkezden uzaklaşıyor, Karaisalı’ya doğru ilerliyoruz. Buraya yaklaşık iki buçuk saati ayırıyoruz. Uzun bir yol ve orada geçireceğimiz zamana ancak yetiyor.

Varda Köprüsü, Adana-Ankara istikametinde Karaisalı İlçesi Hacıkırı Köyü’ne yaklaşık bir kilometre uzaklıkta yer alıyor.  Halk arasında Koca Köprü veya Alman Köprüsü diye anılan Varda Köprüsü, Osmanlı Hükümdarı 2. Abdülhamit ile Alman İmparatoru Kaiser Wilhem arasında imzalanan anlaşma ile İstanbul-Bağdat-Hicaz demiryolu hattını tamamlamak amacıyla 1907-1912 yıllarında inşa edilmiş. Bağdat- Hicaz demir yolunun bir parçasını oluşturmak için yapılan Köprü 99 metre yüksekliğinde ve 172 metre uzunluğunda olup, derin bir vadiyi birbirine bağlıyor. Varda Köprüsü’nün bir diğer önemli ve ilginç özelliği ise düz bir köprü olmayıp virajlı olmasıymış.

Varda Köprüsü’nün bir de halk arasında dilden dile dolaşan hikayesini anlatmadan geçmeyelim;

Yöre halkı tarafından, “Alman Köprüsü” ve “Koca Köprü” olarak bilinen Varda Köprüsü’nün ismini nereden aldığıyla ilgili  çok ilginç bir hikayesi varmış.  Köprü inşa edilirken yukarıdaki işçiler mesafe ölçümü için aşağıya taş atarken aşağıdaki işçiler ise “Var daha-Var daha’’ diye bağırırlarmış. Zamanla bu deyiş kısalarak Varda ismini almış. Köprünün ismi Alman şirketinin kayıtlarında ise “Gavurdere Viyadüct” olarak geçse de Varda Köprüsü olarak kalmış.

Mondros Mütarekesi’nin hemen sonrasında Adana’yı işgal eden Fransızlar’ın İç Anadolu’ya malzeme ve asker sevkiyatını engellemek için Varda Köprüsü Karaisalı Milis Güçleri komutanlığınca dinamitle havaya uçurulmak istenmiş, ancak İşgal sırasında anlaşma üzerine burada görev yapan  N. Mavrogordaton’un yardımcısı Mühendis Mösyö Deduval, böyle bir sanat eserinin yıkılmasını önlemek için saatlerce Emin Polat Ağa’ya yalvarmış, Varda Köprüsü yerine daha güneyde bulunan Yaramış Köprüsü dinamitlenerek Fransızların ikmali engellenmiş. Bu şekilde korunarak köprü günümüze kadar dimdik ayakta kalabilmiş.

Şimdi köprü manzarasına karşı yürüyüş yapılıp, belli kıyılarda yer alan kafelerde yiyerek içerek keyif yapılan bir alana dönüşmüş. Adana’ya yolunuz düşerse muhakkak buralara gelin, meşhur köprüyü görmeden dönmeyin!

Adana’yı kültürel anlamda dolaştıysak gelsin kebaplar, atomlar

Yurdun her köşesinde yedimiz Adana Kebabı asıl yerinde memleketinde yemenin haklı gururunu yaşıyoruz… Yanındaki salatalar, mezeler, farklı tatlar, ister ayran ister şalgam olsun bugün midemizde bir bayram havası essin, dursun… Nefis, nefis, nefis!

Kebaptan sonra şırdan gelirmiş. Tadımlık olsun diyerek giriyoruz, tadına doyamadan çıkıyoruz. Nefis yahu! Beğenmeyenler neler kaçırıyorsunuz bir bilseniz !

Atoma yöneliyor Kazım Büfe’ye geliyoruz. Pek kalabalık, herkes enerji bombardımanın da! Muzludan her çeşidine, atomun tek farkı hepsinden bir karışım olması. Bir büyük bir küçük ile fiyatlanınca aramızda paylaşıma giriyoruz. İkisini de içen bir hafta uçar sanırım. Bir taneyle bile güzel bir geziyi, bir şehri daha anılarımıza gömüp evimize uçarak gidiyoruz…  

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz