Aralık denilince aklıma Konya düşüyor. Şimdi tam zamanı, gitmek için. Şeb-i Arus da yaklaşıyor! Şeb-i Arus ne diyenleri duyar gibiyim…
Şeb-i Arus; ‘’Düğün gecesi’’ olarak da anılan, Mevlevilikte Mevlana Celaleddin Rumi’nin öldüğü gece. Mevlana, bu geceyi Rabb’ine, yani sevgiliye kavuşma gecesi olarak düşlediği için ‘’Düğün Gecesi’’ olarak da adlandırılıyor. Rumi’nin ölüm yıl dönümü 17 Aralık tarihine denk gelen haftada Vuslat Yıldönümü Uluslararası Anma Törenleri, halk arasında ‘’Şeb-i Arus ‘’ olarak adlandırılan törenlerle anılıyor. Her yıl düzenlenen törenlere ilgi de çok fazla oluyor. İki ay öncesinden başlayan ve Büyükşehir Belediyesi’nin organizasyonunda Mevlana Kültür Merkezi’nde her akşam halka ücretsiz ‘’Sema Gösterisi’’ düzenleniyor. Aralık ayı bu şehir için oldukça kalabalık ve ilginin en fazla olduğu ay olarak geçiyor. Yaklaşık bir saat süren sema gösterisini muhakkak izleyin, o büyülü atmosferin etkisini yaşayın.
Genelde gezilecek yerlerin birbirine yakın oluşu şehrin de keyfini rahatlıkla çıkarmamızı sağlıyor. Hele konaklayacağınız otel şehrin tam da kalbindeyse, her yere birkaç adımda ulaşıyorsunuz.
Gezmeye önce Mevlana Müzesi’nden başlıyoruz. Daha adımımızı attığımız anda kalabalığın kucağına düşüyoruz. İlginin en fazla olduğu yer de burası. Geniş bir alanda yükselen türbede, Mesnevilik öğretileri sırasıyla işleniyor. Heybetiyle büyülendiğimiz Mevlana Türbesi’nin içine sessizce süzülüyoruz. Bundan sonra kalabalığın ahengine uyup, adım adım ilerliyoruz. Dergaha kabul edilişle başlayan serüven, yapılan çalışmalar, yaşam, ayrıntısıyla anlatılıyor. Yaklaşık bir saatimiz burada geçiyor.
Mevlana Müzesi’nden çıkınca soluğu Aleaddin Tepesi’nde alıyoruz. Mevlana Caddesi’nin bir ucunda Mevlana Müzesi diğer ucunda Aleaddin Tepesi yer alıyor. Aleaddin Tepesi’ne ilerlerken şehrin az buçuk havasını da içimize çekiyoruz. Şehrin işlek caddelerinin tam ortasında kocaman bir adacığı oluşturan tepe, Selçuklular döneminden kalan tarihi kalıntıların da yer aldığı geniş bir alanı kaplıyor. Etrafında oturma yerleri, çay bahçeleri, yeşilliğin bol olduğu parklar, yürüyüş yollarının yanı sıra bölgede asıl Sultan Kılıçaslan Sarayı ( Aleaddin Keykubat Köşkü) yer alıyor. Şimdi sadece bir bölümünün ayakta olduğu köşkte yoğun bir şekilde restorasyon çalışmaları sürüyor.
Adacığın yanında yer alan İnce Minare Müzesi’ni de kısa sürede gezme şansını yakalıyoruz. Selçuklu’nun izlerini sürerken ara sıra antik döneme de rastlıyoruz. Tavandan tutun da mimariye kadar etkileneceğiniz şekilde yapılarla karşılaşıyorsunuz.
Karatay Müzesi, Selçuklu Köşkü’nün hemen karşısında yer alıyor. Varışımız kapanış saatine denk gelince, şehirde gezemediğimiz ancak etrafında dolaşma sansını yakalayabildiğimiz tek yer olarak hafızamıza işleniyor.
Mevlana’nın kadim dostu sırdaşı, arkadaşı Şemsi Tebriz-i Türbesi ise Mevlana Caddesine bakan Şerafettin Caddesi’nde yer alıyor. Geniş bir alanın ortasında yer alan türbe sadeliği simgeliyor.
Mevlana Caddesi’nin üzerinde yer alan Konya Valiliği’nin tarihi binasının arka sokaklarına doğru ilerlediğimizde eski Konya yapılarıyla karşılaşıyoruz. Çoğunluğunda kuyumcuların yer aldığı binalar onarılarak günümüze kazandırılmış.
Buraya kadar gelip de müze gezilmeden dönülmez her halde. Şehrin kendisi açık hava müzesini oluştururken, antik döneme ait birçok uygarlığın da izlerini burada sürebiliyoruz. En önemli iki müze yan yana yer alıyor. Etnoğrafya ve Arkeoloji Müzesi. Yakında Sırçalı Müzesi de yer alırken biz tercihimizi Arkeolojiden yana kullanıp, Helenistik dönemin izlerini sürüyoruz.
‘’Konya’da eğlence var mı ?’’ diyenlere cevabımız kocaman ‘’Evetttt!’’. Bunun için Novotel’i seçiyoruz. En üst katında yer alan nezih ortamda, sanatçının güzel sesi eşliğinde bir müzik demetiyle oradan oraya savrulup, ertesi gün kendimize gelebilmek için uzun mücadele veriyoruz. Nefis bir gece, nefis bir ortamda yaşanır! Kalmak için tercih edilecek yerlerin ilk sıralarına Novotel’i de yazabilirsiniz.
Öğle yemeği için tercihimiz sanayinin ortasında Kuzucu Ali Usta oluyor. Nefis tandır kebabının yanında bol köpüklü ayran ve etrafını süsleyen salata ve diğer tatlarla yol yorgunluğumuzu alıp götürüyor. Bulmak için oldukça mücadele verdiğimiz ve yemekten sonra lezzet havuzuna düşmüş gibi hissettiğimiz tek yer de burası.
Konya denilince akla etli ekmek geliyor. İlk tercihimiz Karagöz oluyor. Maalesef Pazar günleri açık değilmiş, bunu da kapısına kadar gidip, kapalı oluşunun şokuyla deneyimliyoruz. Hemen burnumuzu Cemo’ya çeviriyoruz. Birçok çeşit pide seçeneğinden birisini seçip yumuluyoruz. Grup gidince diğer arkadaşların pidelerinin tadına sırayla bakarak ( minik de olsa), pide seçeneklerini zenginleştirmiş oluyoruz.
Konaklamak için şehir merkezinde Dergah Otel’i seçiyoruz. Hizmet mükemmel, çalışanların sıcak ve samimi davranışlarıyla evimizdeymişiz gibi hissediyoruz.
İkinci günümüzün büyük bölümünü merkeze yaklaşık yarım saat uzaklıkta yer alan Sille Köyü’nde geçiriyoruz. Sille’yle ilgili gerekli bilgilere buradan ulaşabilirsiniz.
Şehre gelmek de çok kolay. Ya uçak ya da tren en rahat ulaşım aracı. Biz treni tercih edip sabahın köründe ilk seferle yolculuğa başlayıp, öğle daha olmadan kahvaltıya gelir gibi şehrin kucağına düşüyoruz. Uçak da tercih edilebilir. Ekonomik açıdan tren daha uygun, ulaşım süresi ise hemen hemen ikisinin de aynı diyebilirim. Tercih sizin! Hazır Şeb-i Arus da yaklaşıyorken, Konya sizi bekliyor. Şimdi gezmenin tam zamanı!