Havası, doğası, tarihi ve yemekleriyle kendimizi buraya ait hissedeceğimiz ender şehirlerden biri de, Atina. Şehir tıpkı İstanbul gibi tepeler üzerine kurulu. Hangisinden bakarsanız bakın farklı bir şehirle karşılaşacağınız ve bir o kadar samimi bulacağınız bu şehrin beni en çok çeken tepesinin üzerinde tarihi kalıntılarıyla büyüleyen AKROPOLİS yer alıyor. Evet en çok şehrin güzelliğine buradan bakmayı sevdim.
KENDİME SEÇTİĞİM EN GÜZEL MANZARAYA SAHİP Akropolis’ten şöyle bir martı gibi süzüldüğüm bu şehri; alçak, geneli beyaza boyalı iki ya da üç katı geçmeyen evlerin etrafını sardığını, biraz uzaklaştıkça binaların hem yükselip hem de tarihi kalıntıdan uzaklaştığını rahatlıkla görebiliyorum. Akropolis’in etrafını gerdanlık gibi saran evler, antik kentten aşağı süzülen beyaz saf gelini de andıran bir havada. Genelinde beyazın hakim olduğu yapıların arasından sivrilen tepeler de göze çarpıyor. İstanbul’dan gelen birisi için bildik, tanıdık bir manzara, yedi tepeli şehirlerin görüntüsü. Belki yükselen yapılar bizde çoğunluğu oluştursa da yabancılık çekmiyorum. Akropolis, şehrin tarih hazinesi ve Atina’nın hangi noktasında olursanız olun her an yüz yüze bakacağınız kadar da gösterişli bir yapıya sahip heybetiyle adeta gelenleri selamlıyor.
AKROPOLİS, aslında yüksek şehir demekmiş. Akro, yüksek; polis de şehir anlamına geliyor. Akropolis’in etrafındaki yol olimpiyatlar döneminde trafiğe kapatılarak, yeniden döşenmiş ve yayaların hizmetine sunulmuş. Böylece Akropolis’te hava kirliliği büyük oranda azalmış. Fotoğraflarda, kartpostallarda ön plana çıkan yapı aslında PARTHENON Tapınağı. Eski Yunan kentlerindeki tepelere Akropolis deniyor. Bu tepelerden en ünlüleri Atina Akropolisi. Antik dönemde tapınakların olduğu bu bölgeye halk bir hafta süren ”Atina Bayramı”nda çıkabilirmiş. Tapınakların merdivenlerine de tanrılara adak olarak kurbanlar konulurmuş. Bugün bu tapınaklardan sadece geriye gördüğümüz kalıntıları kalmış. En meşhuru ise Atina’ya adanan Parthenon Tapınağı. Bu tapınaklar farklı istilalar sonucu biçim değiştirmiş. Parthenon; Roma döneminde kilise, Osmanlı döneminde cami olarak da kullanılmış. Yunanlılar, Akropolis’in çevresine o dönemde ağırlıklı olarak zeytin ağaçları dikmişler. Akropolis’i gezdikten sonra tepenin eteklerinde yer alan Makryianni semtinde 2003-2009 yılları arasında yapılan Akropolis Müzesi’ni de görmeden geçmiyoruz.
AKROPOLİS MÜZESİ, Yunan dönemi için günümüzde önemli sayılan müzelerden de biri. Akropolis’teki kazılarda çıkarılan eserler burada sergileniyor. Müzenin mimarisi hayli etkileyici, alışılmış müzeler gibi değil. Binanın altındaki tarihi kalıntılar girer girmez hemen gözümüze çarpıyor. Hala arkeologların çalışmalarını sürdürdüğü alanın üzerin de ise müze binası yer alıyor. Müzenin enteresan yapısını içeriye girince daha iyi anlıyoruz. Girişte eşyalarımızı emanet dolaplarına bırakarak gezmeye başlıyoruz. İçeride çantayla dolaşmak ve belli alanların dışında fotoğraf çekmek yasak, buna dikkat etmek gerekiyor çünkü etrafta görevliler her an sizi uyaracak şekilde dolaşıyor.
DEKONSTRÜKTİVİZM akımının önde gelen mimarlarından Bernard Tschumi ile ekibinin tasarımıyla oluşan müze, Akropolis’in eteklerinde yer alıyor. Müzede yer alan pencerelerden dışarıya baktığımızda Parthenon tapınağı her yerden büyük ihtişamıyla görünüyor.
YUNANİSTAN; tarih, kültür, doğa ve tabi ki yemek demek bu nedenle hepsini yaşayacağımız en güzel köşelerden biri de PLAKA; Atina’da gezilecek yerler listesinde ilk sıralarda yer alıyor. Akşam olunca Plaka’ya gidiyoruz. Çoğu zaman şehrin kalbinin attığı bu yer çok eski çağlardan günümüze kadar yerleşim alanı olarak kullanılmış. Günümüzde ise daha çok turist çeken bir bölge olarak görülüyor. Küçük tavernaları, hediyelik eşya dükkanları ile Plaka aradığımız her şeyi rahatlıkla bulabileceğimiz renkli, canlı kalabalığıyla gelenleri etkileyen bir çekicilikte. Bölge arkeolojik önemi nedeniyle “Tanrıların mekanı” olarak da biliniyor. Akşam olunca tavernalardan etrafa yayılan Yunan müzikleri eşliğinde tatlı sohbetler gezimize de ayrı bir lezzet katıyor. Bir de bu güzelliklerin yanına eklenen birbirinden lezzetli yemekler ve özellikle deniz ürünleri gecemizi farklı yaşamamızı sağlıyor.
ZEUS TAPINAĞI önemli tarihi mekanlardan bir diğeri. Zeus Tapınağı’nın tamamlanmış hali Antik Yunan’da Parthenon’dan bile büyükmüş. İki sıralı, 8 sütun genişliğinde ve 21 sütun uzunluğundaki tapınağı Cossutius, orijinal tasarımını büyük ölçüde değiştirmiş. Yeni eklemeler yaparak sütunları 3 sıra sekizer sütun şeklinde tasarlamış. Hadrian da daha çok bu son dizaynı takip etmiş. Tapınağa, ön bölümde yer alan MÖ 132’de İmparator Hadrian’a yapılmış kapıdan geçerek ulaşabiliyoruz. Şehrin yönetimini Hadrian ele geçirince, Atina’ya ziyaretinin ardından yarım kalan tapınaktaki çalışmalara bir kez daha başlanmış. Tapınak, Hadrianopolis adı verilen yeni bir yerleşim yerinin de merkezi olmuş.
PANATHİNAİKO STADYUMU, 1896 yılında Atina’daki ilk modern Olimpiyat Oyunları’na ev sahipliği yapmış ve tarihi bir Yunan stadyumunun kalıntıları üstüne inşa edilmiş. Panathinaiko Stadyumu dünyanın en eski stadyumlarından birisi aynı zamanda. Tamamen beyaz mermerden inşa edilen yapı, 2004 yılında yenilenerek, Olimpiyat Oyunları sırasında okçuluk müsabakalarına da ev sahipliği yapmış.
PARLAMENTO BİNASI, şehrin merkezinde yer alan önemli yapılardan diğeri. Aslında saray olarak inşa edilen sonradan parlamento binasına dönüştürülen yapı, 1836 – 1842 yılları arasında inşa edilmiş. 1909 yılında bir yangında zarar gören bina yönetim değişikliği sırasında saray olmaktan çıkıp parlamento binası işlevini kazanmış. Binanın önünde adı bilinmeyen bir askerin mezarı bulunuyor. Eğer yolunuz düşerse önünde nöbet tutan askerlerin görev değişim törenini izlemeden ayrılmayın. Buraya özgün, farklı askeri kıyafetler ilginç gelebilir. Bizim için değişik bir görsel şölendi.
KONAKLAMA açısından zengin bir şehirdesiniz. Rahat dolaşabilmek ve tarihi güzelliklere birkaç adımda ulaşabilmek için Akropolis’e yakın otel seçimi gezinizi de kolaylaştıracaktır. İki güne sığdırdığımız gezi programımızda her yere yürüyerek ulaştık.
ATİNA gezimizde, arkamızda görülecek bir çok tarihi mekan, ruhumuzda hoş bir müzik, damağımızda lezzetli yemeklerin tadıyla ayrılıyoruz… Elveda güzel şehrim…