Havalar soğumaya yüz tutmuşken, hali hazırda el ayak çekilince içimiz kıpırdamaya başlıyor. Aklımıza düşüyor bir anda Bodrum ve ardından Kos. Hemen gitmeye karar veriyoruz. Uçak biletleri de bu mevsimde uygun olunca hemen cumadan pazara plan yapılıyor. Cuma gecesi gözlerimizi yumup, cumartesi sabahı günün ilk ışıklarıyla feribottayız. Demir alma vakti gelince ‘’Haydi Kos’a’’ nidaları yükseliyor.
Kos’a daha önce başka adalara geçmek için ayak bassam da bu sefer altını üstüne getirme niyetindeyiz. Gezmek için en güzel zamanı şimdi. Tabi, niyet deniz keyfi değilse! O yazın sıcağı ve üstüne binen kalabalığından eser yok. Buralar yerele emanet edilerek bir başka bahara terk edilmiş.
Bodrum limanından günlük seferler hiç aksamadan devam ediyor. Adadan Bodrum’a yerelin geliş gidişleri eksilmiyor. Bu nedenle ulaşımda kolay.
Her ne kadar en soğuk geçişleri yaşasak da hava bize hoş bir sürpriz yapıyor, yazdan çalma birkaç günü bize sunuyor. Yüzümüzde hafif esen yelin dokunuşu ile üzerimizde ışıldayan güneşin sıcaklığıyla birleşince montları bir tarafa savurup, adaya ayak basıyoruz. Pasaport kuyruğu hemen eriyor. Çünkü kalabalık değiliz!
Hemen limanın kıyısında iki günlük konaklayacağımız otelimize eşyalarımı atıp sokaklara koşuyoruz. Niyetimiz günün her anını dolu dolu yaşamak. Sokağa çıktığımızda yazın aktif işleyen araç kiralama yerlerinin hemen hemen hepsi kapalı. Biraz modumuz düşse de yan sokakta açık bir tane görünce hemen soluksuz dalıyoruz. Minik beyaz aracımızı seçiyoruz. Ancak araçların hepsi manuel ve beyaz. Otomatikten manuele dönüş de muhteşem oluyor, gezi süresince sıklıkla ‘’stop’’ eden aracımızla adanın altını üstüne getiriyoruz.
Birinci gün adanın iç kısımlarını, ikinci günde adanın merkezini keşfe çıkıyoruz. İlk hedefimiz kalabalıktan uzaklaşıp, adanın içlerine doğru sızmak. Yol bizi tepeye gizlenmiş bir eski tapınağa sürüklüyor. Buraya gidebilmek için şirin bir köyden Pyli’den geçiyoruz.
Pyli, Bizans Dönemi’nde Kos’un başkentiymiş. Şimdi ise adanın küçük yerleşim yerlerinden biri. En önemli geçim kaynağı da tarım. Burası domates cenneti olarak biliniyor. Yemyeşil zeytin ağaçlarıyla çevrili Pyli, aynı zamanda su kaynaklarıyla da adanın önemli yerlerinden biri olmuş. Adanın suyu buradan temin ediliyor.
Ekinleri ve özellikle buğdayı simgeleyen Toprak Tanrıçası “Demeter” ve kızı Persephone’nun Tapınağı Pyli’nin tepelerinde Psoriari Kiparissi bölgesinde bulunuyor. Geçmişi M.Ö. 4. yüzyıla kadar uzanan, eskiye dair buluntular da Kos Müzesi’nde sergileniyormuş.
Pyli’nin tepelerine doğru virajlı yolda yavaş yavaş yükseliyoruz. Yolun bittiği yerde bir derenin kıyısında duruyoruz. Bizden başka bir kenara park edilmiş araçtan başka kimse yok. Arabayı park edince önümüzde yukarıya doğru yükselen patikada yavaş yavaş ilerliyoruz. Ah, şu hike tutkusu! Memleketin parkurlarında sekerken bir anda komşu da kendini bulmak bu olsa gerek. Hem ayakkabı, hem de kıyafetler tırmanışa uygun olunca çıkabildiğimiz kadar yükseklere çıkıyoruz. Önümüzde uzanan deniz ve karşı da gülümseyen Bodrumla nefis bir manzara karşılıyor. Yukarıda eski bir tapınağa kadar çıkacak gücümüz kalmayınca aşağıya iniyoruz. Aracımız bıraktığımız yerde, tenha bir ağacın altında bizi bekliyor. Bu sefer yükseklerden, sonsuzluğa uzanan düz ovalara açılan kıyılara, adanın içteki şirin köylerine uzanıyoruz.
Yoldan ayrılıp, sahile ilerlerken yakında sazlıkların arasına gizlenmiş gölle karşılaşıyoruz. Etrafı yarı bataklık yarı sazlık, çoğunluğu tarım arazisiyle çevrili gölün hemen kıyısında birkaç göçmenin sığındığı çadırlarda yer alıyor. Önce gölle sonra da kıyıya vuran çılgın dalgalarla ilgilenerek yakındaki sahil köylerine ilerliyoruz.
Kos’un en iyi plajları burasıymış. Uçsuz bucaksız uzanan kumsallar her ne kadar şimdi ıssız olsa da etraftaki motel, hotel, taverna tabelalarıyla buranın oldukça rağbet gördüğü anlaşılıyor. Üçü de bir birine yakın olan plajların en ünlüsü Marmari tabi ki. Adanın kuzeyinde, Kalimnos ve Pserimos adalarına bakan tarafta yer alıyor.
Kos ile Kalimnos arasında sefer yapan feribotlar Mastichari Köyü’ndeki limana yanaşıyor. Hemen karşısı Kalimnos. Köyde limana karşı bir tavernada masaya ilişiyor, denizden yüzümüze vuran hafif esintiye karşı yerel lezzetlerle karnımızı doyuruyoruz. Etrafta bizim gibi birkaç yabancıyla, sessizlik ancak adanın yerlisiyle bozuluyor.
Yol bize hoş bir sürpriz yaparak, Kefalos’a sürüklüyor. Tatlı kıvrımlarla virajlı yolda, günü burada batırma niyetiyle ilerliyoruz. Yazın iğne atsan yere düşmeyen seyir terası her ne kadar kapalı olsa da kıyısından önümüzde uzanan sonsuz güzelliği seyrediyoruz. Manzaraya doyan gözümüzü soğuk kahve ( frappe) şenlendiriyor. Meydanda kafeler bunun için biçilmiş kaftan. Keyif köşemize yayıldıktan sonra ara sokaklarda kaybolup, havanın kararmasıyla merkeze yöneliyoruz.
Akşam olunca otelin yanında araba kiralarken tanıştığımız Kos’un yerlisi Türk hemşerimizin tavernasında nefis yemekler, geceye eşlik eden diğer konuklar ve müzikle günü tamamlıyoruz. Kos’un yerlisi hemşerimiz diyorum, yanlış duymadınız doğru. Bizde yeni öğrendik. Meğerse burada kimisine göre 3000 kimisine göre 4000 Osmanlı Türk’ü yani hemşerimiz yaşıyormuş. Bir Rodos’ta bir de burada Türkler var! Türklerden de geriye yaşlılar kalmış, gençler çoktan Atina’ya yerleşerek uçup gitmişler. Nüfusları gittikçe azalan Türklerin, kültürel değerleri kaybetmeden hala sürdürüyor olmaları; Türk mahallesinden ve hatta Türk adlarıyla işlettikleri tavernalardan anlaşılıyor…
Sabah bütün ilgimizi merkezdeki tarihi ve kültürel zenginlikler çekiyor. Ama önce otelimizin önündeki manzaraya büyüleniyoruz. Hemen gümrükten başlayan ve bütün kıyıyı saran palmiye ağaçlarında ışıldayan güneş, yer yer suya düşmüş teknelerin yansımasıyla hoş manzaralar oluşturuyor.
Beyaz düldülümüze atlayıp tarihe yolculuk yapıyoruz. Önce Şövalyeler Kalesi’nin etrafında bir tur atıyoruz. Depremden önce bütün feribotlar buraya yanaşırdı. Adaya, ilk kalenin önünden ayak basılırdı. Depremde liman hasar görünce gümrük de diğer tarafa taşınınca kalenin çevresi eskiye göre daha sakin.
Ara sokaklara sapıp, aracımızı olabilecek en güvenli yere park ediyor ve geçmişle buluşuyoruz. Old town dediğimiz bölgede yeniyle eskinin iç içe geçtiği yerlerde sessizliğe bürünmüş. Arkeolojik alanlara sızıyoruz. Yarısı korunaklı, kimisi yerde yıkık, kimisi de ayakta durmaya direnen tarihin sayfalarında adım adım eskinin izini sürüyoruz. Daha sonra ana caddeye çıkıp, karşıya geçiyoruz. Küçük amfi tiyatroya yani Roman Odeon’a yöneliyoruz.
Antik kent şehir merkeziyle iç içe geçmiş durumda olunca yürüyerek her yeri rahatlıkla gezebiliyoruz. Amfi tiyatronun etrafı yeşilliklerle sarılıp sarmalanmış, günün yorgunluğunu kısa süreli de olsa buraya dair kurulacak küçük hayallerle eğlenerek atıyoruz…
Kos, denilince aklımıza gelen ilk isim, kuşkusuz tüm doktorların ve tıp tarihinin babası kabul edilen, Hipokrat. Tıp biliminin kurucusu Hipokrat bu adada 2400 yıl önce doğmuş, yaşamış, tıbbı geliştirmiş, bir çok el yazması eser bırakarak bu dünyadan göçüp gitmiş. Hipokrat ağacı olarak bilinen, ağacın da onun tarafından dikildiği rivayet ediliyor. Yaklaşık çapı 14 metreyi bulan devâsa bir gövdeye sahip olan çınar ağacının gölgelediği geniş meydanda Dünya’nın ilk hastanesi de burada kurulmuş. Bu hastanenin bir benzeri de İzmir Bergama’da bulunuyor. Adaya, özellikle turizm açısından en büyük katkıyı da Hipokrat sağlıyor, dersem yanlış olmaz! Adanın hemen her köşesinde Hipokrat’a dair bir şeyler buluyor ve görüyoruz.
Osmanlı’dan geriye kalan hala aktif olarak ibadete açık olan Defterdar Cami hemen Hipokrat ağacının yanında yer alıyor. 2017 depreminde minaresi hasar gören caminin etrafı sesizliğe bürünmüş.
Camiden çıkınca etrafı binalarla çevrili Elefteria Meydanı’na çıkıyoruz. Meydandaki kafe de sokağa dizilmiş masalardan birine ilişiyoruz. Yöresel soğuk naneli limonata içip biraz serinliyoruz. Meydanı süsleyen bir başka yapıda Belediye pazarı. Ada uzun yıllar İtalyanların egemenliğinde kaldığı için o dönemde yapılan binalardan biri de Pazar yeri. İçeride her türlü baharat, süs eşyası, buraya has zeytin yağlar, kurutulmuş gıdalar, ne ararsan var. Uzun süre kendimizi alamıyoruz. Çıkınca biraz aşağıya açık hava müzesi olarak da bilinen Agoraya yöneliyoruz.
Limana doğru indiğimizde ise yazın coşkun kalabalığın dolaştığı, yiyip, içip, eğlendiği sokaklar şimdi bomboş. Açık olan birkaç dükkanı dolaşıyor, hediyelik ne varsa alıyoruz.
Yine yöresel lezzetleri tadıp, akşam üzeri kalkan feribotumuza yetişiyoruz. Kos’a daha önce yaptığımız seyahatlere dair deneyimler aşağıdaki linklerde, okuyun, planlayın ve yola çıkın… Her şey bir adımla başlar…