Bu şehir, Doğu ile Batı arasındaki uygarlıkların, fikirlerin ve sanatın karşılaştığı yerdir.
Doro Levi
Habib-i Neccar Dağı’nın kuzeybatı yamaçları ile Asi Nehri kıyısına kurulmuş, tarihi geçmişiyle bir medeniyetler kenti olarak da nitelendirdiğimiz Hatay’dayız.
İki günlük gezimizde, gördüklerimizi ve yediklerimizi anlatmaya başlayalım o zaman ;
İLK ROTAMIZ St. PİERRE KİLİSESİ
Sabah otelden çıkar çıkmaz hemen yönümüzü ‘Hıristiyanlık’ın ilk çıkış noktası olan St. Pierre Kilisesi’ne çeviriyoruz. Kilise, Stauris Dağı’nın batısında kayalara oyulmuş bir mağaradan oluşuyor. Aslında burası doğal bir mağara, zamanla daha da genişletilerek kiliseye dönüştürülmüş. İçerisinde gizli geçitlerden oluşan tüneller var. Bu tüneller bir insanın sığabileceği genişlikte.
İsa’nın 12 havarisinden biri olan St. Pierre; Antakya’ya M.S. 29-40 yılları arasında gelmiş ve Hıristiyanlık’ı yaymaya çalışmış. İlk dini toplantılar da burada yapılmış ve bu kilisede cemaat ilk kez Hıristiyan adını almış. Daha sonra Haçlılar tarafından ön cephesine yapılan süslemeler ve değişimle bir kiliseye dönüştürülmüş. Hıristiyanlık’ın en eski kiliselerinden biri olarak da kabul ediliyor.
ERMENİLERİN YAŞADIĞI TEK KÖY: VAKIFLI
Merkezden uzaklaşıp, Samandağı‘na doğru ilerlerken yolumuzun üzerinde yer alan ülkemizde, Ermeniler’in yaşadığı tek köy olan Vakıflı Köyü’ne uğramadan geçemiyoruz. Köyün içine girince önce yapılarına ve düzenine hayran kalıyoruz. Etrafı çorak arazi ancak tarım cennetine dönüştürmüşler. Kıyıda bucakta ne varsa en ufak verimli arazide organik tarım yapılıyor. Köyün meydanında bulunan kilisenin bahçesinde, yetiştirdikleri bin bir çeşit meyve sebzeden yaptıkları reçellerin de satışını yapıyorlar, tatmadan ve almadan geçemiyoruz. Cevizden tutun, çileğe kadar her şeyin reçeli mevcut ve lezzeti de tartışılamaz. Ayrıca köyde konaklamak isterseniz pansiyonlar da mevcut.
TİTUS TÜNELİ’NDE BİR DOLAŞALIM
Köyde harcanan kısa sürenin ardından Titus Tünellerine doğru ilerliyoruz. Tünel, bir iç liman şehri olarak MÖ 300’lü yıllarda I. Selevkos Nikator tarafından kurulan, Nikator adıyla da anılan tarihi kentin hemen yanından başlıyor. Bu liman şehri dağdan gelen sel sularından etkilendiğinden, derenin önü bir duvar ile kapatılmış. Duvarın dereden gelen bölümü ile deniz arasındaki dağ delinerek tünel yapılmış. Tünelin kapalı bölümü 130 metre uzunluğunda, açık alanıyla birlikte toplam 1380 metreden oluşuyor. Genel olarak açık ve kapalı alanlarda tünelin yüksekliği 7, genişliği ise 6 metreyi buluyor. Tünel, İmparator “Titus” zamanında tamamlandığı için adını buradan almış. Tünelin içinde belli bir mesafede yürüyüş yapılıyor. Tünelin dışı yeşillikler ve serin serin akan sularla çevrili. Zamanında çok zor şartlarda yüzlerce kölenin çalıştığı tünel dimdik ayakta duruyor. Şehrin yerinde ise yeller esiyor.
TÜNELDEN SONRA SAMANDAĞI’NA BİR UĞRAYALIM, MİS GİBİ DENİZ HAVASI KOKLAYALIM
Tünele oldukça yakın ve Hatay’ın deniz kıyısında bulunan diğer ilçesi Samandağ’a geliyoruz. İlçe Suriye ile sınır komşu. Günümüzdeki karışıklıktan ilk etkilenen yerlerden birisi de burası oluyor. Değişime uğramadan doğallığını koruyan ilçemizde bir saatlik dinlenmenin ardından ayrılıyoruz.
HATAY DENİLİNCE AKLIMIZA HEMEN HARBİYE GELİYOR
Harbiye, Hatay’ın Defne ilçesine bağlı bir mahalle. Tarihi geçmişinde ‘’Defne’’ ya da ‘’Daphne’’ olarak biliniyor. Bir de mitolojik hikayesi var. Zamanın birinde Zeus’un oğlu Apollon, Defne’ye aşık olur. Güzel Defne, Apollon’un aşkından korunmak için kaçar. Aşkına karşılık bulamayan Apollon, Defne’yi ağaca çevirir. Mitolojik tanrıların başlarındaki taçların defneden olmasının önemi de buradan geliyor. Burası, Helenistik dönemde zenginlerin yaşadığı yer. Müzede sergilenen mozaiklerin çoğu bu bölgede yaşayan zenginlerin evlerinden çıkarılan mozaikler .
Girdiğiniz anda su sesi, kuş sesi ve bol yeşillikle karşılaşıyorsunuz. Şırıl şırıl akan suyun içindeki masalar da oturup, ayaklarınızı buz gibi akan suya teslim ediyorsunuz. Ama yok suyun içinde oturmam derseniz kıyıdaki bir masaya oturabilirsiniz. Burada ister yemek yer, ister keyifli sohbet eşliğinde kahvenizi, çayınızı yudumlarsınız. Günün yorgunluğunu atacağınız harika bir yerdesiniz.
MOZAİK MÜZESİ’NE MUTLAKA UĞRAYALIM
İkinci günümüzde, Dünya’da sayılı müzelerden biri olan Antakya Mozaik Müzesi’ni geziyoruz. Görkemli mozaik kaplamaların ele geçtiği Antiokheia, liman şehri olan Seleukeia Pieria ve zengin Romalı tüccarların yerleştiği Daphne kazılarında ele geçen mozaikler burada sergileniyor. Hamam, kilise, palaestra gibi kamu yapılarından, mezar odalarından, büyük çoğunluğu da evlere ait taban mozaiklerinden oluşuyor. Yaklaşık 400 yıl boyunca faaliyette olan mozaik atölyelerinde sanatçıların başlangıçta Helenistik Dönem artistik geleneğinin devamı olan mitolojik konuları işlemiş. Gezerken her birindeki sanatsal inceliğe hayran olmamak elde değil. Heykel ve mozaik sanatın sunulduğu ender müzelerden biri olan müze gezimize yaklaşık iki saat ayırıyoruz.
TARİHİ HABİB-İ NECCAR CAMİSİ
Roma Dönemi’ne ait bir pagan tapınağının üzerine inşa edilmiş, yurdumuzda en eski cami olarak da biliniyor. Osmanlı Dönemi’nde yenilenerek etrafına medrese yapılmış. Camiye kemerli bir kapıdan giriliyor. Değişik bir mimarik yapıda minareye sahip. İçerisi de dışarısı kadar etkileyici. Ayrıca caminin içinde Habib-i Neccar’ın mezarı da bulunuyor. Habib-i Neccar’ın birde hikayesi var, muhakkak okuyup gelin daha farklı gezeceksiniz.
ANTAKYA SOKAKLARINDA DOLAŞIN
Müzeden çıkınca soluğu sokaklarda alıyoruz. Asi’nin kenarından eski şehre doğru kıvrılıyoruz. Eski bir mahalle kahvesine girip, kısa süreli de olsa soluklanma molası veriyoruz. Gösterilen ilgi, samimiyet, evden getirilen çeşitli Antakya yemekleriyle neredeyse günü burada tamamlıyoruz. O kadar samimi ve sıcak insanların yaşadığı şehirde herkes bir o kadar misafirperver. Bir Özelliği de dinlerin, ırkların, kültürlerin ayrışmadan bir arada, hoşgörüyle yaşadığı ender şehirlerden biri… Bunu her yerde çok rahatlıkla hissedebiliyoruz. Huzur var, saygı, hoşgörü var, daha da başka bir şeye ihtiyaç duymuyorsunuz.
Sokaklarda, yan yana yükselen ibadethaneler, eski evler arasında geri kalan zamanımızı harcıyoruz. Arasta denilen çarşısında dolaşıyoruz. Buraya has çökelek peynirine ve zahtere rastlıyoruz. Kahvaltıda zengin bir çeşit olarak çökelek de yer alıyor. Eminim sizde tadını çok seveceksiniz.
BİRBİRİNDEN LEZZETLİ YEMEKLERİ TATMADAN DÖNMEMELİ
Buraya sadece yemek için bile gelinir. İlk tattığımız meşhur tepsi kebabı. Ya açlıktan ya da lezzetinden midir, bilinmez tepsiye ekmeğimizi bandıra bandıra yedik. Beyti de bir o kadar meşhur ve lezzetli. Bunların dışında Güneydoğu Anadolu mutfağında ne varsa acılı, bol salçalı ve bir o kadar zahmetli yemekler önünüze diziliyor. Yanlarına konulan salatalar, köpüklü ayranlarla bandıra bandıra yiyorsunuz. Kısaca Halep mutfağı burayı ele geçirmiş.
Bunların dışında tatlıların en meşhuru künefeyi de unutmayalım. Benim de en çok sevdiğim tatlıdır. Her zaman listemin ilk sırasını oluşturuyor. Ancak bizim oralarda yediğimiz künefeye benzemiyor, buradakiler. Koskocaman tepsilerde, bol malzemeli ve bir o kadar da şerbetli. İlk zamanlarda alışmak da zorlansam da her gün yemekten bıkmadık.
GEZİDEN NOTLAR
Buraya en kolay ulaşım havayoluyla. Pegasus ve THY yollarının günlük seferleri bulunuyor. Promosyon biletleri takip edebilirsiniz.
Gelirseniz şehri dolu dolu yaşamak için Antakya bölgesinde kalın. Bunun için eski konaklar en uygunu. Burada, geçmişi yaşayabilmek için bizde eski bir konaktan oluşan Liwan Boutique Hotel’de kaldık. Otelimiz şehrin göbeğindeydi. Aynı zamanda her yere rahatlıkla ulaşacağımız bir konuma sahipti.
Merkezin dışında çevreyi de gezecekseniz, bir taksiciyle anlaşarak ulaşımı da kolayca çözmüş olursunuz. Yemekler için önereceğim her hangi bir yer yok çünkü her yerde yemekler oldukça lezzetli. Canınız nerede isterse orada yiyin, küçük salaş mekanları tercih edin.
Çökelek peynirinden tatmadan ve de almadan dönmeyin. Sabah kahvaltısına farklı bir lezzet katmış oluyorsunuz. Zahteri de unutmayalım! Ayrıca çayları da çok güzel.
Hoşgörünün, sevginin, saygının ve lezzetin memleketi Hatay’a hadi siz de gelin..