Gezgin Ruhu

Büyükada’yı Dolaşmak

Adayı dolaştım, bir gün değil birkaç gün… Birçok kez gitsem de bu sefer başka bir güzeldi. Ruhuma, bedenime pek iyi geldi.

Kartal’dan vapura bindim, yaklaşık yarım saat sonra adadaydım. Zaten üç yerden ulaşabiliyorsunuz; Kadıköy, Bostancı ve Kartal… Ben Kartal’ı seçtim. Yaz aylarında her yarım saatte bir vapur kalkıyor. Başta Büyükada olmak üzere Heybeli’ye ve diğerlerine de sırasıyla uğruyor. Birbirine yakın adaların tümüne ‘’Prens Adaları” deniliyor. Bizans döneminde Prensler sürgüne buraya gönderilirmiş. O dönemden kalan lakabıyla Prens adaları içinde beni en çok çeken ve etkileyen de Büyükada olmuştur. Burayı pek çok severim.

Öncelikle şunu söylemeliyim, bu yazıda;

‘’Nereyi gezelim, nerede yiyelim?’’ sorunuza cevap bulamayabilirsiniz. Bunun için daha önceki yazımızı okuyarak yola çıkmalısınız. Bu yazımızda adayı adımlayarak turlayacağız. Adanın sakin köşelerinde, kalabalıktan uzakta, keyifle bir o kadar da güç sarf ederek yeni yerleri keşfedeceğiz.

İlk gün adaya akşamüzeri ayak bastım. Pandemi, covid, mesafe derken, birde üstüne faytonlarda kaldırılınca ada da bazı şeylerde değişmiş. Atlar, faytonlar yok artık. Elektrikli mini otobüsler vızır vızır çalışırken, yerelin minik motorları da araya karışmış.’’ Adaya mı, farklı bir yere mi geldim .’’ önce bir şok oldum.

Faytonların kalkması kimisine göre atlar açısından iyi bir durumken, eski adanın yerlisine göre adayla özdeşleşen her şeyin yok olması anlamına geliyormuş. Keşke daha sağlıklı koşullarda bakılsaydı bugünlere gelinmezdi. Neyse bunu tartışmak bize düşmez. Saatlerce koşturulan ve eziyet çeken atlar için bence iyi olmuş.

Bisikletler ve bisikletçiler ise aynen mesaiye devam ediyor. Adanın turist profili değişerek başka ülkelerden gelenlerle dolmuş. Mesafeye özen göstermeyen maskesiz dolaşan yabancılar fazlalıkta. Üzücü bir durum olsa da görevliler oldukça fazla etrafta uyarı yapıyorlar.

Akşam sahildeki kafeler eskisi gibi olmasa da yine kalabalık. Bazı mekanda canlı bazı mekanlarda da hoparlörden yayılan müzikle akşamlar bir hoş oluyor. Adanın iskele meydanındaki meşhur dondurmacıların hepsinin önü hala kalabalık. Sezon bitmeden işlere devam ediliyor. Yeni birçok market açılmış. Fiyatlar dışarıya göre biraz daha yüksek. Eee, adalı olmak burada yaşamak öyle kolay ve ucuz değil tabi!…

Adada konaklama işini de kolayca hallettim, akrabamın evine birkaç günlüğüne yerleştim. Ev deniz kıyısında, gürültüden patırtıdan uzakta sakin bir yerde. Burada günlerce kalıp kitap bile yazılır. Bir adalı olmasak da kısa süreli buranın güzelliklerini yaşamak güzel. Kaldığım süre boyunca kuş sesleriyle uyanıp, camı açtığım anda denize karşı mis gibi havayı içime çekmek, kahvaltımı yapıp, yaklaşık iki saate yaydığım yürüyüşe başlamak oldukça güzeldi.

İlk gün;

Büyükada turu rotasında yürüdüm. İstinasız her gün adanın ‘’Nizam’’ olarak bilinin mahallesi diyeyim, kaldığım evden yola çıkıp, önce günübirlikçiler için doğada yemeli dinlenmeli alanlarını sırasıyla geçip ( burası Aşıklar Tepesi olarak da biliniyor.) Yörük Ali Plaj yolunu aşıp, Aya Yorgi yokuşuna varmadan,  büyük tur yoluna sapıyorum.

Büyük tur yolundayım artık. Hemen hemen adanın yarısını kaplayan bu yolda ıssız bir yoldaymışım hissine kapılıyorum. Dar, virajlı yolun bir tarafı orman bir tarafı deniz manzaralı. Ara sıra benim gibi sabah sporunu yapan adalı, ara sıra da adayı keşfe çıkan yabancılarla karşılaşıyorum. Onun dışında yalnız ilerliyorum. Tamamının ağaçlı ıssız yolda sadece Eskibag Plajının girişi dışında hiçbir yapıya rastlamıyorum. Bana göre en güzel rota burası. Yolun bitiminde hareketliliğin başladığı yerden dönüp, Aya Yorgi’ye çıkan meydana tekrar gelip, günü bedenimi serin sulara atarak tamamlıyorum.

İkinci gün;

Nizam’dan yola çıkarak sırasıyla Aşıklar Tepesi’ni aşıp faytoncuların meydanına ulaşıyorum. Bugünde küçük tur yolundayım. Denize doğru yaklaştığımda solumda Aya Nikola Rum Manastrı sağımda Büyükada Rum Mezarlığı yer alıyor. Önüme Aya Nikola Halk Plajı çıkıyor. Etrafa yayılan müziğin sesiyle buralarda gün çoktan başlamış. Plaj kalabalık. Yol boyunca ilerlediğimde karşıma Adalar Müzesi çıkıyor. Hemen biletimi alıp içeriye giriyorum. Yürüyüşe müze gezisi de eklemiş oluyorum. Geçmişten günümüze ada kültürünü anlatan müze her ne kadar küçükte olsa gezip görmeye değer. Yola kaldığım yerden devam ederek Müslüman Mezarlığına kadar ulaşıyorum. Buradan sonrası yukarıya tırmanışı gerektiriyor. Hem yapısal olarak hem de yaşayanlar bakımından burası biraz farklı. Daha çok adada çalışanların ve yurdun farklı yerlerinden gelip bir şekilde burada tutunmaya çalışanların yeri, mahallesi. Şimdilik mahallenin kıyısından yukarıya doğru süzülüyorum. Keşfi başka güne bırakıyorum. Meydana kadar yükselip, bisikletçilerin, dolaşanların arasında mesafeyi koruyarak eve doğru ilerliyorum. Her gün olduğu gibi ödülümü serin sularda alıyorum.  

Üçüncü gün;

Aşıklar Tepesi’nden meydana çıkıp, Çarkıfelek Sokağı’na sapıyorum. Bu sefer adanın yıkılmaya yüz tutan Büyükada Eski Rum Yetimhanesi’ne doğru ilerliyorum. Tırmanış için biraz nefes biraz da kondisyon gerekiyor. Sürekli spor yaptığım için iyiyim, rahatça tırmanıyorum.

Yetimhane binası, adanın Manastır Tepesi’nde (eski adıyla Hristos Tepesi) 1898-1899 yıllarında bir Fransız iş adamı tarafından “Prinkipo Palas”  ( oteli )  olarak işletilmek üzere tasarlanıp inşa edilmiş. Fakat devrin yönetiminden gerekli izin alınamayınca bina satışa çıkıyor ve Eleni Zarifi adlı bir Rum kadın tarafından satın alınıyor. Daha sonra Rum Patrikhanesine satılan bina, Yedikule’deki Balıklı Rum Hastanesi’nde  işlevini sürdüren Rum Yetimhanesi, 1902 yılında bu binaya, Büyükada’ya taşınıyor. 1960 yılına kadar yetimhane olarak kullanılan yapı, yalnızlığına terk ediliyor. Şimdi yıkılmaya yüz tutmuş bir halde zamana direniyor.  

Ahşap karkas sisteminde inşa edilen yapı, yan bölümlerinde 6, diğer bölümlerinde ise 5 kattan oluşuyor.  Binanın heybetine rağmen cephe mimarisi olabildiğince sade tasarlanmış. Birbiri üzerine tekrarlanan çıkmalar ile cephelere hareketlilik getirilmeye çalışılmış. Kim bilir içi nasıl güzeldir. Maalesef çevresini saran duvarı aşamıyor uzaktan seyretmekle yetiniyorum.

Çarkıfelek Sokaktan aşağıya kadar uzanıyorum. Dün keşfedemediğim sokakları bugün keşfetme niyetindeyim. Araya sıkışmış güzel butik oteller, diğerleri kadar olmasa da güzel evlerde yer alıyor. Burası biraz daha orta gelirlerin yeri gibi duruyor. Müslüman Mezarlığı’na da uğrayıp, alt yoldan meydana doğru bir halka çizerek yürüyüşümü tamamlıyorum.

Dördüncü gün;

Bugün hiçbir yere sapmadan doğru Aya Yorgi’ye çıkıyorum. En güzel manzara, en güzel günbatımı burada. Sabah, güneşi karşılamak da güzelmiş. Manzaraya karşı keyifle kahvemi yudumluyorum. Etrafı dolaşıp, günlük yürüyüşümü tamamlıyorum.

Beşinci gün;

Bu sefer Nizam’dan aşağıya iskeleye doğru iniyorum. Önceki günlerin tersine bir rota seçiyorum. Çankaya Caddesi’nden aşağı inerken önüme mi bakayım yoksa yolun iki tarafına dizilmiş birbirinden güzel yapıları mı seyredeyim bilemiyorum. Binalar aklımı başımdan alıyor.  Her gün burada uyanmak nasıl olur acaba? Bıkılır mı? Yok, bence bıkılmaz çünkü çok güzeller. İskeleye kadar inip, kafelerden birine oturup ada çayımı keyifle yudumluyorum. Geldiğim yoldan tekrar çıkarak günümü ve tatilimi tamamlıyorum.

Her gün kafama göre belirleyip, keyifle yürüdüğüm rotamı sizlerle paylaştım. Adaları sadece gezmek amacıyla gelenlere, aşağıda linkleri yer alan önceki yazılarımı okumalarını öneririm.

Büyükada Gezi Rehberi

Heybeliada Gezi Rehberi

Burgazada Gezi Rehberi

Exit mobile version