Gezgin Ruhu

Anadolu’nun Efesi – Dara Antik Kenti

Beni bulamazsan üzülme,

Eşyalarımı bulacaksın,

Kestiğim taşları, açtığım yolları,

İşlediğim heykelleri bulacaksın.

Ve göreceksin ki binlerce yıl öteden,

Parmak izlerimiz değecek birbirine…

(Bir yazıttan alıntı…)

Mardin çağırdı yine, düştük yollara… Bir değil, çoğunluktuk. Aynı yerlerden geçtik, dostları gördük. Aynı mekanlarda dolaştık. Yedik, içtik, her zamanki gibi eğlendik de! Her şey bıraktığımız gibi olsa da bu sefer tek farkı Dara’da hissettik.

Farklılık ne taşta, ne hikaye de ne de havasındaydı, yalnızca enerjisinde!

Önce minikler yolumuzu kesti, Ahmet Arif’ten bir şiirle karşıladılar. Çok da şirinlerdi. Sonrada sevgili rehberimiz Sinan aramıza karıştı. Dara’nın geçmişten günümüze dek uzanan hikayesini anlatırken, ruhen bizleri mitolojik hikayelerin içine sürükledi.

Taşına,

Kentin ruhuna,

Havasına dokundurdu, dokunduk hep birlikte…

Gelelim, bizi bu kadar büyüleyen antik kentin hikayesine;

Sırtını Anadolu dağlarına dayamış, yüzünü uçsuz bucaksız Mezopotamya Ovasına dönmüş bir sınır kenti olan  Dara, diğer ismiyle Anastasiuspolis, Mardin’in 30 kilometre güneydoğusunda bulunan Oğuz Köyü’nde yer alıyor. Bu saha Tur Abdin Platosu olarak da biliniyor.

Mezopotamya’nın Efes’i olarak kabul edilen Dara Antik Kenti, son yıllarda en çok ziyaret edilen, antik kentlerin başında geliyor. Dara, Mezopotamya için çok önemli bir kent hatta Mezopotamya’dan çok öte dünya açısından da önemli bir kent.

Kentin görünen tarihi geçmişine baktığımızda M.Ö. 336 yıllarında Persler tarafından kurulmuş olduğunu görüyoruz. Toprağın altında gizemini koruyan yüzde doksan beşlik bölümünden ne çıkar bilinmese de şimdilik bilinen gerçeklik bu.

Perslerin kurduğu şehir, Romalılarla – Perslerin yapmış olduğu güç savaşında Darius’un burada ölmesiyle ismini pers kralı Darius’tan alan şehir Dara, İmparator Anastasius’un girişimiyle 505 yılında, Doğu Roma İmparatorluğu’nun  doğu sınırını Sasaniler’e karşı koruyan bir askeri garnizona dönüşüyor. Böylece  1. Yy’da Persler’den Roma İmparatorluğu’nun hakimiyetine geçiyor.

Gelen ziyaretçilerin ilk gezdiği yer kaya mezarları, 2008 yılına kadar çocuk ve gençlerin futbol oynadığı dümdüz bir alan olarak biliniyor. 2008 yılından sonra Mardin Müze Müdürlüğü’nün başta olmak üzere 3 yıl süren kazı çalışmaları sonucunda; lahit mezarları, kaya mezarları, sanduka mezarları olmak üzere üç çeşit mezarlık bulunuyor. Bu dönemde ölüler Pagan ve Mitra kültünde kayadan doğduğuna inanılan Tanrı Mitra’ya ithafen, yeniden doğuş inancıyla kayadan oyulan mezarlara gömülüyormuş. Çoklu gömünün olduğu mezar odalarına daha sonra halkın Hıristiyanlık’a geçmesine rağmen pagan gelenekleri bir süre daha devam ediyor. Romalılar için bu mezarlar ruhların öteki dünyadaki mekanları olarak biliniyormuş.

Nekropol alanda başka dikkat çeken alan ise galeri mezarlıklar. Büyük galeriye, üzerinde kabartmaların olduğu kapıdan giriliyor. Kabartmanın üzerinde ölülerin yeniden diriliş sahnesi işlenmiş. Yapılan cam platformlarla ziyaretçilere açılan galeri mezarlıkta birçok uygarlığa ait kemik izlerine de rastlanıyor.

Bölgenin jeolojik yapısında kireç taşı formasyonu hakim olunca da taştan bir antik kent olarak karşımıza çıkan, kaya içine oyulmuş yapılardan oluşan ve girişten itibaren bütün alanı çevreleyen 4 kilometrelik bir surla korunmuş.

Etrafa baktığımızda sadece kayadan oluşan alandan blog blog kayaların buradan kesilerek, biraz ötede kurulan şehrin yapısını oluşturduğunu biliniyoruz. Daha sonra geriye kalan kayalık alanı da oda oda oyarak aile mezarlığı olarak kullanmışlar. Dara’ya geldiğimizde kapıları görünce yaşam alanı olarak algılansa da gerçekte burası mezarlık. Mezarlıklarda yapılan kazılarda Romalıların sembolü olan gözyaşı şişeleri, kandiller ve paralar oldukça fazla sayıda bulunmuş. Ayrıca bulunan özel ziynet eşyalarıyla beraber birçok kazıda çıkan geçmişe ait eşyalar Mardin Müzesi’nde sergileniyor.

Bugün yüzde beşini görebildiğimiz şehrin yüzde doksan beşlik bölümü hala gizemini koruyan Dara, Romalılardan sonra Arapların, Beyliklerin derken 16. Yüzyılda Osmanlı’nın eline geçmiş. Harabe ve kalıntıların arasında bulunan şehre şöyle bir baktığımızda oldukça zengin bir dönem yaşadığını söyleyebiliriz.

Tarzıyla dünya üzerinde tek olduğu söylenen Dara’nın büyüleyici yerlerinden biri de zindanlar, görkemli mimarisiyle kentin en uğrak yerlerinden birisi. Şehrin kurucusu Darsius tarafından yaptırılan ve soğuk hava deposu olarak kullanıldığı bilinen yeraltı şehri bugünde ziyaretçilerini bütün heybetiyle ayakta karşılıyor. Yapının belli dönemlerde kilise, zindan, sarnıç görevi gördüğü de biliniyor.

Geziyoruz, doyamıyoruz buralara bu topraklara hala gizemini koruyan bu şehre, geçmişe, geleceğe…

Ahmet Arif’ten bir şiirle veda ediyoruz,

‘’Öyle yıkma kendini,

Öyle mahzun, öyle garip…

Nerede olursan ol,

İçerde, dışarda, derste, sırada,

Yürü üstüne-üstüne,

Tükür yüzüne celladın,

Fırsatçının, fesatçının, hayının…

Dayan kitap ile

Dayan iş ile.

Tırnak ile, diş ile,

Umut ile, sevda ile, düş ile.

Dayan rüsva etme beni. ‘’

Bir daha ne zaman geliriz bilinmez ama gönülden söz veriyoruz.

Exit mobile version